Başkan Trump, çeşitli askeri konular üzerinde düşüncelerini üstünkörü açıkladıktan sonra, tüm stratejik ve taktik görünüm konularını Savunma Bakanı General James Mattis’e bıraktı. Pentagon uygulamada açık karta sahip olurken, Beyaz Saray hedefleri ve siyasal imkanları belirleyecektir. Siyasi olanla askeri olan arasındaki bu ayrım Obama yönetiminde geçerli değildi ve Pentagon her türlü ölümcül faaliyetini Beyaz Sarayın onayına sunmak zorundaydı.

Yeni Savunma Bakanı James Mattis atanır atanmaz, Başkan Donald Trump kendisinden cihatçıların sağa sola yer değiştirmesi ya da bazılarına destek verip bazılarına verilmemesi şeklinde değil ama tümünün ortadan kaldırılması imkanı veren planlar hazırlamasını istemişti.

28 Şubat’ta Kongre’de yaptığı konuşmada, « radikal İslamcı terörizme » son verme amacını teyit etti. Yorum hatalarına yol açmamak için, Müslüman ve Hıristiyanların bu terörizmin kurbanı olduklarının altını çizdi. Dolayısıyla İslam’a değil ama bu İslami referansları kullanan siyasi ideolojiye karşıdır.

ABD’deki komuta zincirinde yakında düzeltmeye gidileceği anlaşılıyor. Hedef ve imkanlar Başkan Trump tarafından bir kez belirlendikten sonra, askerler uygun görecekleri şekilde harekatı yürütmek üzere tam yetkiye sahip olacaklardır. Dolayısıyla sorumluluklar önceden paylaşılmış olacaktır: Pentagon kusurları, Beyaz Saray ise bozgunları üstlenecektir.

Bu yüzden ABD’nin en kısa zamanda Suriye Arap Cumhuriyeti’ne karşı tavrını belirlemesi gerekmektedir. Bunun 22 Mart’ta Washington’da, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un da katılacağı IŞİD karşıtı Koalisyon toplantısı sırasında açıklanması bekleniyor. Şimdilik bu konuda tek söyleyebileceğimiz bu noktada hiçbir şeyin değişmediğidir: Büyükelçi Nikki Haley, Güvenlik Konseyinde, Fransız ve İngilizlerin Suriye’ye karşı sundukları birçok karar tasarısından sonuncusunu destekledi ve Çin’in altıncı, Rusya’nın ise yedinci vetosunu yedi.

Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, Fransız ve İngilizlerin sadece saldırgan grupların sözde tanıklıklarını temel alarak kanıt olmaksızın suçlama girişiminin arkasında, bir rejim değişikliğini meşrulaştırmak ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasına karşın elinde atom bombası bulundurma suçunu işleyen İsrail’i aklamak girişimi olduğunu belirtti.

Cihatçılığın işini bitirmek, Londra ve Washington’un genişletilmiş Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme ve bölgenin genelinde Müslüman Kardeşler’i iktidara yerleştirmeye yönelik ortak planını terk etmek anlamına gelecektir. Bu, « Arap Baharlarının », 1916’daki « Arap İsyanının » CIA ve MI6 tarafından yeniden basımından başka bir şey olmadığını kabul etmek olacaktır. Bu durum Birleşik Krallığı yüz yıldır sabırla inşa ettiği bir haritayı terk etmek; Suudi Arabistan’ı 1962’den beri cihatçıların eşgüdümünü sağlayan Dünya İslam Birliği’ni (Rabıta) dağıtmak; Fransa’yı Suriye üzerinde yeni bir manda kurma düşünden vazgeçmek ve Türkiye’yi sahada kendine bağlı siyasi örgütleri himaye etmeyi bırakmak zorunda bırakacaktır. Dolayısıyla ortada muhtemelen sadece ABD’ye ait değil, ama en az diğer dört devleti de işin içine dahil eden bir karar söz konusudur.

Görünenin aksine, bu karar Suriye’yi fazlasıyla aşmaktadır. Anglosakson yayılımcı siyasetinin ve bunun uluslararası ilişkilerde yarattığı sayısız sonucun muhtemel sonuna işaret etmektedir. Söz konusu olan gerçekten de Donald Trump’ın seçim programıdır ancak ABD seçkinlerinin olağanüstü muhalefeti karşısında bunu etkili bir şekilde uygulayıp uygulayamayacağını kimse bilmemektedir.

ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford ise Ankara’da Rus ve Türk mevkidaşlarıyla birlikte bir toplantı yaptı. Çeşitli aktörlerin rol aldığı bir çatışmada orduların etkinlik sahalarının birbiriyle çakışmasının önlenmesi söz konusuydu. Sahada bulunan silahlı kuvvetleri –Hizbullah’tan farklı olarak- uzun zamandan beri sadece Şii halkları korumakla yetindiği düşünülerek İran toplantıya davet edilmedi.

Suriye Arap Ordusu Palmira’yı yeniden kurtarırken, Suriye topraklarında yasadışı olarak bulunan ABD askerlerinin sayısı 900’e çıkarıldı. Bunlar Suriye’nin Kuzeyini olabildiğince dikkat çekerek geçtiler.

En önemli sorun, Rakka’ya saldırmak için ABD’nin hangi güçlerden destek alacağını bilmektir. Basın, Pentagon’un bu konuda YPG’ye bağlı Kürtlere güvendiğini söylemektedir ama diğer kaynaklar Musul örneğinin tekrarlanması olasılığından söz etmektedir: Ulusal orduyu çevreleyen ABD’li danışmanlar.

Bir Türk-Moğol akını olasılığının duyurulması karşısında YPG’nin bir bölümünün Şam’ın himayesi altına geçmeyi tercih etmesine rağmen, General Dunford Ankara toplantısı sırasında daha çok olası bir Türk-Kürt çatışmasının önlenmesiyle ilgili görünüyordu.

Başkan Trump’ın, Obama yönetiminin Suriye’ye karşı yürüttüğü savaşı kaybettiğini kabul edip etmediğini ve cihatçılığı yok etmek istediğini iddia etmesinde ciddi olup olmadığını en geç 22 Mart’ta öğreneceğiz. Bu durumda bir yüzyıldan beri, İngiliz siyasetinin sadık uygulayıcıları olanlar ne olacaktır?

Çeviri
Osman Soysal
Kaynak
El-Vatan (Suriye)