Beyaz Saray, Suriye’deki savaştan geri çekilmeyi bir türlü başaramıyor. Başkan Trump aynı zamanda hem Rumsfeld-Cebrowski stratejisini izleyen kendi kendine ilan edilmiş « istikrar devleti »ne (New York Times’teki yazarı belirsiz başyazıya göre), hem de İsrailli, Fransız, İngiliz ve Türk müttefiklerinin yeniden harekete geçirilen heveslerine takılıyor. Bu çıkarların mantığı savaşı çözmek yerine onu başka yöne kaydırabilir.
Beyaz Saray ve Rusya, dışarıdan sızdırılan cihatçılarla Suriye’de yürütülen savaşa son vermek için anlaşmışlarken, barış bir türlü gerçekleşemiyor. Peki neden?
Neden Suriye’ye karşı savaş yürütülüyor?
Yedi yıl süren propaganda sonucunda yayılan düşüncenin aksine, Suriye’ye karşı yürütülen savaş « yoldan çıkmış bir devrim » değildir. Eylül 2001’de Pentagon tarafından kararlaştırılmış, ardından da uzun süre bazı zorluklarla da olsa hazırlıkları yürütülmüştür.
On yıl süresince hazırlanmış bir savaş
Bu planlamaya yönelik başlıca aşamaları anımsatalım:
– Eylül 2001’de, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Amiral Arthur Cebrowski’nin stratejisini uygular. Dünyanın yarısındaki devlet yapılarının yok edilmesi gerekmektedir. ABD, ekonomisini küreselleştirmiş devletlerin, küresel ekonomiye entegre olmayan bölgelerdeki doğal kaynaklara erişimini kontrol edecektir. Pentagon işe « genişletilmiş Ortadoğu »dan başlayacaktır [1].
– 12 Aralık 2003’te Oğul George Bush Suriye’nin hesap verme sorumluluğu ve Lübnan’ın egemenliğinin yeniden tesisi Kanunu’nu (Syria Accountability and Lebanese Sovereignty Restoration Act) imzalar. Bundan böyle artık ABD Başkanı, Kongre’den onay almak zorunda kalmadan Suriye’ye karşı savaş ilan edebilecektir [2].
– 2004 yılında Tunus’taki Arap Birliği zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Ben Ali, Birliğe, Arap Birliği’nin çiçeği burnunda İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal eden üye devletlere karşı güç kullanımını meşrulaştırmaya yönelik önergeyi onaylatmayı dener.
– 2005 yılında CİA, Lübnan’da Sedir renkli devrimini örgütler. Sünni lider Refik Hariri’yi öldürerek ve bundan Lübnan’ın Hıristiyan ve Suriye’nin Nusayri devlet başkanlarını sorumlu tutarak, Suriye Barış Gücü’ne karşı bir Sünni ayaklanmasının kışkırtılması söz konusudur [3]. ABD’nin Deniz Piyadeleri Beyrut’a çıkmaya hazırlanırken, Suriye kendi kararıyla geri çekilir ve sillesini indirir [4].
– 2006 yılında Dick Cheney kızı Liz’e, « İran ve Suriye’de Siyaset ve Operasyon Grubu »nu (İran Syria Policy And Operations Group) kurma görevini verir. Grup, uzun süre direnemeyeceğini düşünerek Hizbullah’a yönelik İsrail saldırısını örgütler. ABD Deniz Piyadeleri Beyrut’a çıkacak ve Şam üzerine « özgürleştirici » yürüyüşünü sürdürecektir. Operasyon başarısız olur ve İsrail 33 gün süren çatışmalardan sonra geri çekilmek zorunda kalır [5].
– 2008 yılında Washington bir kez daha Lübnan üzerinden bir çatışma yaratmayı dener. Başbakan Fuat Sinyora, Hizbullah’ın iç iletişimini kesmeye ve Tahran ile havayolu bağlantısını kesmeye karar verir. Hizbullah, birkaç saat içerisinde Batılıların askeri düzeneğini alt üst eder ve altyapıların tamamını yeniden işler hale getirir.
– 2010 yılında Washington « geriden liderlik » (leading from behind) ilkesini uygulamaya başlar. Obama yönetimi Libya ve Suriye saldırısını Birleşik Krallık ve Fransa’ya emanet eder (Lancaster House Mutabakatları).
– 2011 yılında Suriye’deki askeri operasyonlar başlar.
Dolayısıyla Suriye’ye karşı savaşı sui generis kendiliğinden bir olay gibi anmak saçmadır [6].
Vekalet savaşı
Suriye’ye karşı savaşın özgünlüğü, devletler (« Suriye’nin Dostları ») tarafından ilan edilmiş olmasına karşın, uygulamada hemen hemen sadece devletlere ait olmayan ordular, cihatçılar tarafından yürütülmüş olmasıdır.
Savaşın yedi yılı boyunca, Suriye Arap Cumhuriyeti ile savaşmak üzere 250 000’den fazla savaşçı yurtdışından gelmiştir. Gerçi kurbanlık koyunlar, yetersiz eğitim görmüş insanlar söz konusuydu ama bu askerler ilk dört yıl boyunca Suriye Arap Ordusundan daha iyi silahlarla donatılmışlardı. Onlara silah tedariki için tarihin en büyük silah kaçakçılığı örgütlendi [7].
Avrupa’daki Rönesans’tan beri Batılılar hiçbir zaman bu boyutta paralı askerlerden yararlanmamıştı [8].
Dolayısıyla « yoldan çıkan bir devrim »den söz etmek saçmadır.
Kendi amaçları olan müttefiklerin nezaretindeki bir savaş
Lübnan’a saldırmak için İsrail’den yararlanan, ardından Libya ve Suriye savaşlarını Birleşik Krallık ve Fransa’ya emanet eden ve son olarak Türkiye’deki NATO tesislerini kullanan Pentagon, planının müttefikleri tarafından sekteye uğratılmasına izin verdi.
Tüm savaşlarda olduğu gibi lider ülke, müttefiklerine yaptıkları yatırımın karşılığını alacakları sözünü verir. Oysa Rusya’nın savaşa girmesiyle birlikte Batının zafer kazanması olanaksız hale geldi. Dolayısıyla ABD’nin her bir müttefiki, hızla bu bölgeye ilişkin kendi stratejisine geri döndü. Zamanla müttefiklerin savaş hedefleri, askeri olarak kolaylıkla yapabileceği konuşlanmayı gerçekleştirmeyi reddeden ABD’ninkinin önüne geçti.
İsrail
Kurucu babalarının bazılarının sömürgeci ideolojisini sürdüren İsrail, büyük komşularının etnik ya da dinsel açıdan homojen küçük ülkelere bölünmesi siyasetini uyguluyor. Böylece Lübnan’ın biri Müslüman, diğeri Hıristiyan iki devlete bölünmesini ya da önce Irak’ta, ardından da Suriye’de Kürdistan’ın kuruluşunu boş yere destekledi. İsrail’e ait stratejik belgelere sahip değiliz ama geriye dönük olarak, Tel Aviv’in izlediği çizgi, 1982 tarihli « Yinon Planı »na [9] ya da İnstitue for Advanced Strategic and Political Studies’in 1996 tarihli planına [10] uymaktadır.
İsrail’in stratejisi ana hatlarıyla, Rumsfeld ve Cebrowski’nin « genişletilmiş Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi »yle uyuşmaktadır. Öte yandan kesinlikle aynı hedefi gütmemektedir: Pentagon gelişmiş ülkelerin bölgedeki zenginliklere erişimini denetimi altına almak isterken, İsrail hiçbir komşusunun kendisine diklenecek kadar güçlü olmamasından emin olmak istemektedir.
Birleşik Krallık ve Fransa
Birleşik Krallık ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Ortadoğu’nun bölünmesi sırasında ifade edildiği (Sykes-Picot Anlaşması) şekliyle sömürgeci siyasetlerine geri dönüş yapmaktadırlar.
İngilizler, Arabistanlı Lawrence’ın Osmanlılara karşı yürürlüğe soktuğu « 1915 Büyük Arap İsyanı »nı yeniden canlandırmaktadırlar. Eskiden tüm Araplara Osmanlı boyunduruğunu devirmeleri ve onun yerine iktidara vahhabileri getirmeleri karşılığında özgürlük sözü vermişlerdi, bu kez kendi ulusal hükümetlerini devirmeleri ve yerine iktidara Müslüman Kardeşler’i getirmeleri karşılığında özgürlük sözü vermektedirler. Ancak ne 1915’te Britanya İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini aldığında, ne de 2011’de Araplar özgürlüklerine kavuşmaz. Bu « 2011 yılı Arap Baharları » planıdır [11].
Fransızlar, Uluslar Cemiyeti’nin onlara emanet ettiği Suriye üzerindeki mandayı yeniden kurma arayışındadır. Bunu bize Picot’un (Sykes-Picot anlaşmasındaki) yeğeninin oğlu eski Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing açıklamaktadır [12]. Eylül 2015’te Birleşmiş Milletler’e yaptığı yolculuk sırasında Cumhurbaşkanı Hollande’ın talep ettiği de budur. Fransa, 1921’de olduğu gibi Kürtlerle Arapların etnik ayrılığına dayanmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’deki tarihsel toprakları üzerinde değil ama Suriye’de Araplara ait topraklar üzerinde herhangi bir yerde Kürdistan’ın kuruluşunu desteklemektedir.
Türkiye
Türkiye’ye gelince, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği sözü, 12 Şubat 1920’de Osmanlı Meclisi tarafından kabul edilen Misak’ı Milli’yi [13] gerçekleştirme hayali içerisindedir. Türkiye aynı zamanda hem Halep dahil Suriye’nin Kuzeyini ilhak etmek, hem de Malula’daki Katolikler ve Kesab’taki Ermeniler de dahil olmak üzere Hıristiyanları ortadan kaldırmak niyetindedir.
Diğer müttefiklerle, Suriye’nin Kuzeyine özerklik öngörmeyip ilhak etmek istediği için İsraillilerle; yeni Osmanlı Halifeliğini kurmak istediği için İngilizlerle ve Suriye’de bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasına karşı çıktığı Fransızlarla anlaşmazlık içerisindedir. Özellikle de Suriye’yi bölüp parçaladıktan sonra sıranın kendilerine geleceği niyetini artık gizlemeyen ABD ile çatışma halindedir [14].
Savaştan nasıl çıkılabilir?
Yedi yıl süren çatışmalar sonucunda Suriye devleti hala dimdik ayaktadır. Suriye Arap Cumhuriyeti ve müttefikleri, Rusya, İran ve Hizbullah muzafferdir. Yabancı ordular (cihatçılar) ağır bir bozguna uğradılar ama azmettiricileri değil: ABD, İsrail, Birleşik Krallık ve Fransa, Türkiye.
Savaş XXnci yüzyıl başındaki hevesleri uyandırmakla kalmadı ve bozgunu bizzat bedeninde yaşamayan aktörlerden hiçbiri savaşı terk etmeye hazır değildir.
Cihatçıların zaten kaybetmiş olduğu bir savaşı sıfırdan yeni baştan başlatmayı istemek saçma görünmektedir. Rus Ordusunun varlığı artık doğrudan bir karşılaşmayı imkansız kılmaktadır. Yok olmaktan uzakta olan Suriye halkı artık duruma alışmıştır, daha da dayanmaya hazırdır ve çok daha iyi silahlanmış durumdadır. Özellikle yaşananlar üzerinde çok düşünmüş ve 2011’de olduğundan çok daha az yönlendirilebilir durumdadır. Oysa eskiden olduğu Batının siyasi söylemi eskimiş « Beşar gitmeli » nakaratına yeniden başlamıştır.
Dolayısıyla mantıken anlaşmazlığı bir başka sahada sürdürülmesi gerekir. Her ne kadar Amiral Cebrowski savaşı ikinci aşamada Orta ve Güneydoğu Asya’ya taşımayı öngörmüştü, ardıllarının öncelikle genişletilmiş Ortadoğu’da işlerini bitirmeleri gerekir. Halen, Ruhani yönetimini göz kamaştırıcı U dönüşü ve Basra’daki çatışmalarla gördüğümüz gibi, Irak’taki ateşi yeniden yakma olasılığını denemektedirler.
[1] “ABD’nin dünyaya dair askeri projesi”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 22 Ağustos 2017.
[2] “Syria Accountability and Lebanese Sovereignty Restoration Act”, Voltaire Network, 12 December 2003.
[3] Lübnan İç Savaşı (1978-90) Taif Anlaşması ile sonuçlandı. Arap Birliğinin talebi ve BM Güvenlik Konseyinin onayıyla, Suriye Arap Ordusu, milislerin silahsızlandırılması konusunda Lübnan Ordusu’nun yardımına gelir, ardından Barış Gücü olarak ülkeye istikrar getirir. Ardından İsrail, anlamsız bir şekilde, Suriye’yi Lübnan’ı işgal etmekle suçlayacaktır.
[4] “Refik Hariri cinayetine ilişkin gerçekler”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Odnako (Rusya) , Voltaire İletişim Ağı , 29 Kasım 2010.
[5] L’Effroyable Imposture, Tome 2, Thierry Meyssan, éditions Alphée, 2007. İsrail’in Lübnan’a karşı 2006’da yürüttüğü savaşa ilişkin açık arayla en iyisi olmaya devam eden bu eser, yakında bazı güncellemelerle Fransızca olarak yeniden basılacaktır. Eser aynı zamanda İspanyolca olarak da satılmıştır. Çok kötü tercüme edilen Arapça basımı önermiyorum.
[6] Sui generis, Latince « kendine özgü », hiçbir şeyle karşılaştırılması mümkün olmayan.
[7] “Suriye’ye karşı milyarlarca dolarlık silah”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Murat Özdemir, Voltaire İletişim Ağı , 18 Temmuz 2017.
[8] Orada hazır bulunan bir tanığa göre, Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un Marakeş’teki « Suriye’nin Dostları » toplantısında sarf ettiği sözleri şu yönde anlamalıyız: « El Nusa iyi iş gördü » (yani El Kaideli para askerlerimiz bize, Fransa’ya ve Körfez İşbirliği Konseyi’ne ücretini ödediğimiz hizmetin karşılığını veriyorlar).
[9] “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties (The "Yinon Plan")”, by Oded Yinon, Translation Israel Shahak, Kivunim (Israel) , Voltaire Network, 1 February 1982.
[10] «A Clean Break, a New Strategy for Securing the Realm», Institute of Advanced Strategic and Political Studies, Jérusalem-Washington.
[11] Bu konuda bakınız Foreign Office’in 2005’te Derek Pasquill tarafından işfa edilen elektronik postaları.
[12] « Il faut envoyer l’ONU pour pacifier la Syrie », Propos de Valéry Giscard d’Estaing recueillis par Henri Vernet et Jannick Alimi, Le Parisien, 27 septembre 2015.
[13] “Misak-ı Milli Kararları”, Voltaire İletişim Ağı , 28 Ocak 1920.
[14] “Stability, America’s Ennemy”, Ralph Peters, Parameters, Winter 2001-02, pp. 5-20. « Blood borders : How a better Middle East would look », Ralph Peters, Armed Forces Journal, June 2006.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter