Donald Trump, Başkanlık seçimi kampanyası boyunca Cumhuriyetçi Partinin kurallarına uyacağını taahhüt etmişti. O dönem başarılı olabileceğine kimse inanmıyordu. Öte yandan bu partinin siyasetçileri tarafından uzun süredir unutulmuş olan tarihsel temel ilkelerini esas alan bir kampanya yürüttü ve herkesi ezdi geçti. Zaferini ilan edene kadar, anketler bugün yeniden seçilmesinin imkansız olduğunu nasıl iddia ediyorlarsa o zaman da kaybedeceğini söylüyorlardı.

Başkan Trump’ın Beyaz Saray’da göreve gelmesinin üzerinden bir yıl geçti bile. ABD’de taraftarlarıyla rakipleri arasında süregiden ve her iki tarafın da zararına olan yıkıcı tartışmaya karşın artık siyasi tercihlerini ayırt etmek mümkün hale geliyor.

Donald Trump’ın başlıca başarılarını bizzat yaptığı çelişkili bir açıklama ve tweet dalgasıyla gizlemesi ve ona muhalif olanların kendi medyaları aracılığıyla onu bir deli olarak sunması nedeniyle olanları değerlendirmek daha da zorlaşıyor.

Her şeyden önce ABD’nin bölünmesi konusu iç savaştan beri hiç bu kadar çok gündeme gelmemişti. Her iki kamp da çok acımasız ve kimi yorumculara göre tamamen kötü niyetli davranıyor. Olan biteni anlamak için, öncelikle birbirilerine karşı yaptıklarından soyutlamalar yapmamız ve bunların her birinin ne anlama geldiğini anlamamız gerekiyor.

ABD aynı zamanda hem « gezgin babalar » yani « Thanksgiving » sırasında gelişi kutlanan Mayflower püritenleri ve Kuzey Avrupa göçmenlerinden oluşan bir kalabalık tarafından kurulmuştur.

Birinciler küçük bir gruptan ibaretti ama dini ve siyasi bir projeleri vardı. Onlar için Musa’nın Yasasına göre düzenlenmiş bir « Yeni Kudüs » oluşturulması ve burada saflığın yayılması söz konusuydu. Eş zamanlı olarak Amerika’da İngiliz ve İspanyol İmparatorlukları arasındaki çatışmanın devam etmesini izliyorlardı. İkincilere gelince onlar, yerel dışında hükümetin olmadığı insansız ve boş sandıkları bir ülkede, sorun yaşamadan servet edinme arayışındaydılar. Bu iki grubun tamamı sosyologlar tarafından White Anglo-Saxon and Protestant (WASP, Beyazlar, Anglosaksonlar ve Protestanlar) olarak tanımlanmaktadır.

Anayasanın yazımı sırasında « kurucu Babalar » çoğunlukla püritenleri temsil etmekteydiler. Alexander Hamilton’un etkisiyle, İngiliz monarşisinin çalışma şeklini yeniden üreterek, ama gentry’nin iktidarını yerel seçkinlere, valilere nakleden anti-demokratik bir metin tasarlarlar. Bu metin bağımsızlık savaşı sırasında yaşamlarını feda eden Kuzey Avrupalı göçmenlerin öfkesine neden olur. Anayasayı yeniden yazmak ve halkın egemenliğini tanımak yerine, James Madison tarafından anayasaya Bill of Rights’ı oluşturan ona yakın madde eklenir. Bu eklenti onlara « Devlet aklı » önünde kendilerini savunma güvencesi sağlar. Bu iki metnin tamamı iki grubu da memnun edecek şekilde iki yüzyıl boyunca yürürlükte kalır.

13 Eylül 2001’de Kongre alelacele çok geniş kapsamlı Terörle Mücadele Yasasını, USA Patriot Act’ı kabul eder. New York ve Washington saldırılarından önceki yıllarda gizlice hazırlanmış olan bu belge terörizmle ilgili tüm durumlarda Bill of Rights’ı askıya almaktadır. O tarihten beri Cumhuriyetçi George Bush Jr.’un (kendisi bizzat doğrudan Mayflower püritenlerinin torunudur) ve Demokrat Barack Obama’nın ABD’si sadece modern püritenlerin ilkelerine (artık çok kültürlülüğü, her cemaate göre ayrı haklar ve bu cemaatler arasında adı konulmamış hiyerarşiyi de içeren) göre yönetilmiştir.

Donald Trump Kuzey Avrupalıların yani püriten olmayan WASP’ların adayı olarak ortaya çıktı. Seçim kampanyasını püritenlerin el koyduğu ve kültürleriyle bütünleşmeyi reddeden hispaniklerin işgali altında olan ülkelerini onlara geri vermek sözü üzerine kurdu. America First! sloganı, aynı zamanda püritenlerin emperyalist siyaseti ve çokkültürlülük yanılsaması karşısında « Amerikan rüyası »nın restorasyonu olarak anlaşılmalıdır.

Bill of Rights’ın savunulması aşırılık yanlısı gruplar dahil gösteri yapma hakkı (1nci madde) ve Federal Devletin olası yetki aşımlarına karşı direnebilmek için yurttaşların silah taşıma hakkının (2nci madde) da savunulması anlamına geliyor. Dolayısıyla Başkan Trump’ın Charlottesville’deki ırkçı grupların gösteri yapma hakkını savunması ve National Rifle Association (NRA)’a destek vermesi tamamen meşrudur. Bu siyaset felsefesi ABD’li olmayanlara saçma gelebilir, ancak bu ülkenin tarihiyle ve kültürüyle uyuşmaktadır.

Bir ABD Başkanın başlıca iki yetkisi şunlardır:
 Binlerce üst düzey memurun atanması;
 askeri hedeflerin belirlenmesi.

Oysa Donald Trump binlerce görevi üstlenebilecek durumda olan ancak birkaç sadık adama sahiptir ve Pentagon’un stratejik doktrini zaten çoktan belirlenmiş durumdadır. Dolayısıyla sistemi değiştirebilecek kararları ayırmalı ve bunlar üzerinde yoğunlaşmalıdır.

Beyaz Saray’a gelişinden beri özellikle aşağıdaki konularda çaba harcamaktadır:
 Ekonomiyi geliştirmek ve maliyeyi dizginlemek;
 « Amerin İmparatorluğu »nu tasfiye etmek ve Cumhuriyeti, yani kamu yararını onarmak;
 WASP kimliğini savunmak ve ABD kültürüyle bütünleşmeyi reddeden hispanikleri sınırdışı etmek.

Böylece Donald Trump, Jerome Powell’i Federal Reserve Bank’ın başına atadı. İlk kez bu kurumun başkanlığını bir ekonomist değil ama bir hukukçu üstlenecek. Görevi, ABD’nin Vietnam bozgunundan ve doların altına çevrilebilirliğine son verilmesinden beri yürürlükte olan mali politikayı ve mevzuatı sonlandırmak olacaktır. Sermayeyi spekülasyonun değil yeniden üretimin hizmetine sunan yeni kurallar tasarlaması gerekecektir.

Donald Trump’ın mali reformunun her türlü muafiyeti ortadan kaldırması ve şirketlere uygulanan kurumlar vergisini %35’ten %22’ye yani %20 oranın düşürmesi gerekecektir. Uzmanlar bu değişiklikten hangi toplumsal sınıfların yararlanacağı konusunda ikiye bölünmüş durumdadır. Kesin olan bir şey varsa o da gümrük reformunun şirketlerin yurtdışındaki yatırımlarının karlılığını düşüreceği ve çeşitli endüstrilerin yurda geri dönmesine yol açacağıdır.

Uluslararası alanda yeni cihatçıların devşirilmesine ve bu siyaseti izlemeye devam eden Birleşik Krallık, Katar ve Malezya dışında devletlerin onlara verdikleri desteği sonlandırmıştır. Buna karşın ulusötesi şirketlerin ve uluslararası üst düzey memurların cihatçılığın örgütlenmesi ve finansmanında gerçekleştirdikleri işbirliğini durduramadı.

NATO’yu başlangıçta öngördüğü gibi tasfiye etmekten daha çok, terörizmi bir savaş yöntemi olarak kullanmaktan vazgeçmesi dayatmasında bulunarak ve bu kurumu bizzat bir terörle mücadele ittifakı haline gelmeye zorlayarak onu dönüştürdü.

Donald Trump aynı zamanda ABD’yi Çin’e karşı tasarlanan Transpasifik Anlaşması’ndan da geri çekti. Pekin buna teşekkür olarak gümrük vergilerini büyük oranda düşürdü ve devletler arasındaki işbirliğinin önceki çatışmaların yerine ikame edilebileceğini ortaya koydu.

İçişleri anlamında Başkan Trump, Bill of Rights dahil Anayasanın yorumunu geliştirmekle görevli oluşum olan Yüksek Mahkeme’ye yargıç Neil Gorsuch’u atadı. Gorsuch metinlerin köken anlamı üzerine yaptığı araştırmalarla ünlenmiş bir yargıç ve bu niteliğiyle ABD’nin kuruluşundaki anlaşmazlığı onarma yeteneğine sahip biridir.

1998 yılında, o dönemler Rus gizli servislerinden birinin müdürü olan İgor Panarin, yaklaşık olarak 2010 tarihinde ABD’de bir iç savaşın olacağını ve ülkenin altı ayrı devlete bölüneceğini öngörüyordu. Bu arada 11 Eylül 2001’de yaşanan darbe bu vadeyi uzattı. 2012’de gazeteci Colin Woodard, Panarin’in verilerini yeniden güncelledi. ABD’lilerin dönüşümünün onları bir arada yaşayan ve birbirinden farklı on kültürel topluluk içerisinde gruplaşmaya yönelttiği tespitinde bulunuyordu. Siyahiler topluluk oluşturmadığından bu on bir topluluğun iki tanesinin içerisinde aynı zamanda hem bütünleşmiş hem de ayrımcılığa uğramıştır.

Öte yandan bu bilanço Başkan Trump’ın seçmenleri için çok memnun edici olsa da, WASP olmayanların bütünleşmesini kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da tersine ulusal topluluktan ihraçlarına mı yol açacağını söylemek için henüz çok erken. Meksikalı jeopolitikçi Alfredo Jalife-Rahme’ye göre ABD’de İngilizce bilmeyen hispaniklerin üçte ikisi eskiden Meksika’ya ait olan Kaliforniya’da yaşıyor. Donald Trump için ülkesinin kültürel ve demografik sorununu bu eyaletin ayrılmasını yani « Cal-Exit »’i kolaylaştırarak çözmek büyük bir girişim olacaktır. Bu durumda Beyaz Saray’ın Hollywood gösteri sanatları endüstrisinin, Silicon Valley programlarının ve özellikle de San Diego Askeri Üssünün kaybının neden olacağı sorunlara yönelmelidir. Beyaz Saray’ın yürüttüğü operasyonlar ve Weinstein olayı dolayısıyla Hollywood’a karşı yönelttiği saldırılar bu sürecin daha şimdiden başladığını göstermektedir.

Kaliforniya’nın ayrılması, ABD’de Bill of Rights dahil Anayasayı kabul eden 13 eyaletin başlangıçtaki topraklarına geri dönmeye kadar varacak etnik bir parçalanmayı başlatabilir. Bu en azından Rus jeopolitikçi İgor Panarin’in uzun zaman önceki hipotezidir.

Çeviri
Osman Soysal