Deniz korsanlığı bugün dünyanın üç bölgesinde yoğunlaşıyor: Malakka Boğazı, Gine Körfezi ve Afrika Boynuzu. Öte yandan buradaki mevcut durumlar birbirinden çok farklıdır.

Dünya denizyolu trafiğinin %30’u, Endonezya ve Malezya’daki yoksul halkların şehir-Devlet Singapur’un kibirli zenginliğiyle yüz yüze geldiği Malakka Boğazından geçiyor. Buradaki korsanlar, çeteler halinde örgütlenen, hızlı hareket eden ve sadece bıçak kullanan haydutlardır. Çoğu zaman güverteye çıkıp mürettebatı soymakla yetiniyorlar. 2006 yılından beri üç kıyıdaş Devlet, daha çok ABD donanmasının bölgeyi işgal etmesinden korkan Japonya’nın dostane talebiyle, kısa sürede meyve verecek şekilde bir hava ve deniz gözetimi için ortak hareket ediyor (Gökyüzünü izleyen gözler harekatı). Harekat sonrasında durum sakinleşmiş görünüyor.

Gine Körfezi bir ticari geçiş değil ama petrol ve gaz üretim bölgesi. Açık denizdeki petrol platformları ve bunların ikmal gemileri, Nijer Deltası Özgürlük Hareketine bağlı çete ve isyancıların hedefi haline geldi. Bu örgüt çoğu zaman ölümle sonuçlanan rehin alma olaylarını gerçekleştirilen aşırı şiddet yanlısı bir gruptur. Bu grup kimi zaman topraklarına petrol şirketlerince el konulan ve 1999 yılında başlattıkları isyan Chevron-Texaco’ya bağlı birliklerce kanla bastırılan Ijaw yerlileri tarafından desteklendi. Aynı şekilde bu çeteler, çoğunlukla dehşet saldıkları halk tarafından da korkuyla karşılanıyordu. Fark gözetmeden yerli halka ve yabancılara karşı denizde ve karada saldırmaktadırlar. Nijerya, faaliyetleri Kamerun ve Ekvator Ginesi’ne kadar taşan bu suç örgütünün eylemlerini engelleyememektedir. Artan tehlike karşısında, Shell gibi bazı çokuluslu şirketler bölgeyi terk etme kararı aldılar. Nijerya’nın hidrokarbür üretimi %25 oranında düştü ve tahmin edebileceğimiz gibi bunun Devletin maliyesine olumsuz yansımaları oldu.

Sadece Afrika Boynuzu’nda yaşanan durum dünya için bir stratejik sorun haline geldi. Öncelikle Cibuti ve Yemen arasında bulunan Bab el-Mandeb boğazı («Matem Kapısı»), Akdeniz, Süveyş Kanalı, Kuzeyde Kızıldeniz ve Güneyde Hint Okyanusu arasında aşılması gereken zorunlu bir duraktır. Buradan her gün 3,5 milyon varil petrol transit geçmektedir. Sonra, korsanların faaliyet bölgesi, giderek Aden Körfezi’ne ve Somali kıyılarına kadar yayıldı. Artık kıyıdaş devletlerin bir deniz polisi oluşturmaları gereken basit bir dar boğaz değil ama büyük bir kısmı açık denizde, uluslararası sularda olmak üzere çok geniş bir bölge söz konusudur. Başlangıçta aç balıkçıların fırsatçı eylemi, çok kazançlı bir işkolunun ortaya çıkmasına yol açtı. Gemiler mürettebatlarıyla birlikte ele geçirilirken, aracılar armatörlerden büyük fidyeler talep etti. Bu büyük haydutluk, Somali’deki siyasi-askeri oynaklığa göre gelişti ve yeni sömürgeci iddialı bir Batı donanmasının konuşlandırılması için meşruiyet gerekçesi oluşturdu.

« Black Hawk Down » (Kara Şahin Düştü) filminde, Ridley Scott, « Restore Hope » harekatı sırasında, ABD’nin bir Somalili çete reisi karşısında yaşadığı bozgunu sahneye koyuyor.

Somali’deki kaos

Okuyucu, Afrika Boynuzunu yerle bir eden ve 1974’ten beri devam eden çok uzun süreli iç savaşı hatırlayacaktır. Savaşın sonunda Etiyopya ve Eritre yeniden istikrara kavuşmuş olsa da bugün Somali’de hala düzensizlik hüküm sürüyor. Ülke kabileler arasında paylaşılmış durumda. Eski İngiliz sömürgesi Somaliland ve Puntland, sınırları çalkantılı, ikisi de Etiyopya tarafından destekleniyor olmasına rağmen her fırsatta aralarında çatışan neredeyse iki ayrı devlet oluşturuyorlar [1]. Bunların oluşumu, parçalar halinde olmak üzere Somali’yi yeniden inşa edeceğini düşünen Birleşmiş Milletler tarafından teşvik edildi. Uganda ve Burundili askeri birlikler sayesinde oluşturulan ve Afrika Birliği tarafından konuşlandırılan barış gücü AMISOM, uluslararası kamuoyunun tanıdığı tek otorite olan geçici hükümeti korumaktadır. Ancak Devlet Başkanı Şerif Ahmet sadece Mogadişu’nun bazı mahallelerinde kendisine itaat edilmesini başarabilmiştir. Başkentte çatışmalar hala devam ediyor. Ehli Sünne vel Cemaa’ya bağlı milisler sufi cemaatleri koruyorken [2], Eş şebab milisleri (« İslami Mahkemeler Birliğinin » silahlı kolu) şeriatın bağnaz bir yorumunu dayatma çabası içerisindedir [3]. Olayların gelişimine göre yüzlerce –belki de binlerce- küçük silahlı grup oluşuyor, ittifak kuruyor ve sonra dağılıyor. BM, kimsenin uymadığı bir silah ambargosu kararı aldı ve dünyanın dört bir yanından gelen gıda yardımının sık sık kaçırılmasına karşın, burada yaşayan halka yardım etmeyi denemektedir.

Bu cehennemlik bağlam içerisinde, 2000 yılında korsanlık yeniden ortaya çıktı. O dönem bölgesel gerilimler nedeniyle Etiyopyalılar deniz ticaretlerini Cibuti üzerinde yoğunlaştırmışlardı. Korsanların ilk avı onların gemileri oldu. Saldırılar sadece Bab el-Mandeb Boğazında gerçekleşiyordu. Ancak saldırganlar –ki bunlar kendilerini korsandan daha çok savaşçı olarak görüyorlardı-, Cibuti’de üslenen ABD, İsrail ve Fransız güçlerince uzaklaştırıldı.

Puntland’daki durumun daha da kötüleşmesi durumuyla baş edebilmek ve aç kalmamak için, başka korsanlar kıyılarının açıklarından geçen gemilere saldırdılar. Bu fenomen 2005 ve 2006 yılları arasında belirgin bir şekilde azaldı. Bir yandan 26 Aralık 2004 tarihinde yaşanan Tsunami felaketi kıyıları harap etmiş ve limanları yıkmıştı. Bu durum sadece Tayland’daki turistik plajlarla ilgilenen uluslararası kamuoyunun dikkatinden kaçmıştı. Diğer yandan ise, Mogadişu’da iktidarı elinde bulunduran İslami Mahkemeler Birliği, şeriat açısından korsanlığın yasadışı olduğunu ilan etti.

Ancak 2007 yılından sonra işler çok ciddi bir boyut kazanır. İslami Mahkemeler Birliği’ne karşı savaşçı çete reislerinden oluşan karmakarışık bir ittifakı destekleyen CİA ve Etiyopya, yatışmaya başlayan çeteler arası anlaşmazlıkları yeniden alevlendirir. Ülkenin yeniden içine sürüklendiği karmaşayı derinleştirmek üzere, yakın zamanda suç örgütü olarak yapılanacak olan iki çevre, korsanlık alanında uzmanlaşır. Bunlardan birincisi Aden Körfezinde ve ikinci ise, Mogadişu’nun bir hayli açıklarında uluslararası sularda ortaya çıkarlar [4].

Bu iki grubun daha önceki korsanlarla hiçbir alakasının olmadığı açıktır. 2000’li yılların başında ve daha birçok başka olayda, borda bordaya saldırılar ya karada süregelen bir anlaşmazlığın denizdeki uzantısıydı ya da aç balıkçılar tarafından gerçekleştirilen çapulculuk şeklinde gelişiyordu, ancak bu kez uluslararası bağlantıları olan bir örgütlü suç söz konusudur.

Çin donanması modern çağda ilk kez Afrika açıklarında görev yaptı.

Abartılı askeri yığınak

11 Eylül 2001 saldırılarının ertesinde ABD, Afganistan’nı ele geçirmek için NATO’dan bağımsız olarak müttefiklerini seferber etti. Başlangıçta sonsuz Adalet, sonra da sürdürülebilir Adalet olarak yeniden adlandırılan harekatın, Afganistan’ın işgali dışında, ilki Filipinler’de, ikincisi Afrika Boynuzu açıklarında ve üçüncüsü ise Sahara’da olmak üzere başka kanatları da vardı.

Bizi ilgilendiren bölgeyle ilgili olarak, Birleşik Görev Gücü (Combined Task Force) CTF-150 alternatif olarak ABD’nin Vnci filosunu destekleyen on beşe yakın yabancı gücü bir araya getirmiştir. Terörizmle mücadele bahanesi altında, asıl hedef petrol ikmal yollarının güvenliğini sağlamaktı: İran Körfezi/Hürmüz Boğazı/Aden Körfezi/Bab el-Mendeb/Kızıldeniz/Süveyş Kanalı.

Aynı sularda faaliyet gösteren Görev Gücü 150 fırsat buldukça korsanlarla karşı karşıya gelmiş ama onlarla savaşma görevini yerine getirmemiştir.

2007 yılında Fransa, dünya gıda programı ve AMISOM gemilerine eskort sağladı. Tahmin edilebileceği gibi Paris, insani yardım yüklerinin güvenliğini aldığını açıklarken, denetim altındaki bölgelerden Afrika Birliğinin askeri yükleri el altından sessizce geçirildi.

2008 yılında, bu görev gücünün süresi Avrupa Birliği tarafından onun ilk deniz kuvvetleri faaliyetini oluşturacak şekilde uzatıldı: Atalanta harekatı. Bu kez, talimatlar korsanların tehdidi karşısında Avrupa’nın çıkarlarının –geniş anlamıyla- savunulması şeklinde genişletildi [5].

Avrupalıların askeri olarak kendi başlarına örgütlenmeleri karşısında çok kaygılanan Pentagon, Avrupa’nın Savunmasını işin içine katma iddiasında olan bir NATO eylemini önererek ipleri yeniden eline aldı. Bu, daha sona Allied Protector olarak yeniden adlandırılan Allied Provider operasyonudur. Dahili belgelerde, İttifakın analistleri korsanlığa karşı verilen mücadelenin bir askeri gereklilik olmadığını ama kamuoyuna NATO’ya ait olumlu bir imajın yansıtılması için mükemmel bir fırsat olduğunun altını çizdiler [6].

ABD, Avrupa ve Atlantik güçlerinin bu akını, Rusya (Eylül 2008), Hindistan (Ekim 2008), Çin (Ekim 2009) ve Japonya’yı (Ocak 2009) kendi savaş gemilerini bölgeye göndermeye yöneltti. Bu yoğunluk çok ciddi riskler içermektedir. Yine Somali kıyılarının açıklarındaki korsan faaliyetleriyle ilgili bir iletişim grubu (CGPCS), BM himayesi altında New York’ta uygulamaya sokulmuştur. Bu oluşum amacı korsanlığa karşı yürütülen mücadelenin hukuksal kurallarına açıklık getirmektir. Bunun dışında, Bahreyn’de, konuyla ilgili çeşitli deniz kuvvetlerinin irtibat subayları arasında karşılıklı niyetlerin bilinmemesinin çatışmaya yol açmasını engellemek amacıyla, Pentagon’un girişimiyle « Ortak Bilinç ve Çatışma Önleme » (SHADE) olarak adlandırılan toplantılar düzenlendi.

Bu arada, Çin Deniz Kuvvetlerinin, ikmal limanlarından bu kadar uzaktaki varlığının bir yenilik olduğu konusuna okuyucunun dikkatini çekmek isterim. Çin, dünyadaki mali kriz sırasında bir G2 oluşturup Pekin ile birlikte dünyayı paylaşmak ümidi içerisinde olan Washington tarafından teşvik edildi. Ancak bu durum, uzun vadede Afrika’daki Çin-ABD rekabetinde bir rol oynayabilir [7].

Ne olursa olsun ve De Xin Hai gemisine yönelik korsanlık sırasında Çin girişimine karşın (Ekim 2009), Pekin ve Moskova, korsanlığa karşı oluşturulacak bir çokuluslu muharebe gücüne filolarını katmayı istememektedirler. Zira tarihsel olarak, Birleşik Krallık ve ABD, Atlantik Sözleşmesini (1941) imzalayarak ilk adımlarını attıkları bir evrensel deniz imparatorluğu projesini yürütmeyi sürdürmektedirler. Üstelik Pentagon, yakın zamanda Nükleer Silahların Yayılmasına Karşı Güvenlik Girişimi (PSI, 2003), ardından da Küresel Deniz Ortaklığı (GMP, 2006) ile arzu eden tüm devletleri, tabii ki müellifi olacağı, deniz yollarının güvenliğine yönelik kapsamlı bir plana dahil olmayı önerdi.

Bugünkü düzenek dikkate alındığında, küçük ülkelere ait gemilerin büyük deniz kuvvetleri tarafından korunma şansları çok düşüktür. En akıllı uslu armatörler, gemilerine radarlardan çok daha etkili olan Sea on Line optik algılama sistemlerini yerleştirdiler. Kızılötesi kameralar gemilerin 4 ve 5 kilometrelik bir yarıçap içerisinde çevresini gözetlemekte ve çok düşük güverteli deniz taşıtları da dahil olmak üzere herhangi bir yaklaşma olduğunda mürettebatı uyarmaktadır [8].

Bir kısım armatör savunma amaçlı olarak gemilerine yerleştirdikleri özel güvenlik görevlilerinden yararlanmaktadır. Bu uygulama büyük armatör örgütlerini kaygılanmaktadır çünkü korsanlarla şiddetin daha da tırmanmasına neden olmaktadır.

Başka armatörler de özel ordular kurmaktadır. Yeni ismi Xe olan Blackwater şirketi, 2007 yılında ABD Sahil Güvenliğine ait eski MV McArthur gemisini satın aldı. Bu gemide iki Boeing MH6 Little Bird¸ üç yüksek süratli ek deniz taşıtı ve 35 paralı asker bulunuyor. McArther, talep halinde « hassas » sivil gemilere eskortluk hizmeti sunuyor.

Öte yandan Fransız Secopex şirketi, 24, 36 ve 50 metre uzunluğunda 11 eskort gemisi satın aldı. Bunların her birinde, ikisi keskin nişancı ve yedisi makineli tüfekli olmak üzere dokuz komando yer alıyor [9].

Peki, yakalanan korsanlar nasıl yargılanacak?

Acımasız suçlar

Bununla birlikte, Somali’nin kukla hükümeti « uluslararası kamuoyuna yardım çağrısında » bulunmuş olsa da ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi korsanlara karşı askeri seçeneği meşrulaştırmak ve yabancı deniz kuvvetlerine onları uluslararası sularda ve hatta Somali topraklarında takip etme izni vermek için dört Karar metnini (1816, 1831, 1846 ve 1851) onaylamış olsa da, bu alana ilişkin yasal kurallar hala belirsizliğini sürdürüyor.

Korsanlar bir kez yakalandıktan sonra onlara ne yapılacaktır? Eğer 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni (Montego Bay Sözleşmesi olarak da adlandırılan) temel alırsak, korsanların denetlenmesi, askeri araçlar kullanılarak yerine getirilse dahi polislerin görevidir. Yakalamanın adli polis görevlilerinin varlığında yapılması ve sanıkların adil olarak yargılanmak üzere konuyla yetkili mahkemelere çıkarılması gerekir.

Yalnız burada bir sorun var: kimse hangi mahkemenin yetkili olduğunu bilmiyor. Birçok ulusal mevzuata göre, ulusal sınırlar içerisinde suç işlememiş olan yabancıların yargılanması mümkün değildir. Dolayısıyla uygulamada, yakalanan korsanların çoğu zaman serbest bırakılması ya da buna uygun bir anlaşmanın olduğu bir Devlete nakledilmesi söz konusu oluyor. Böylece Batılılar yakaladıkları korsanları çoğunlukla sadece uygulayıcıları mahkum eden ve talimat verenleri araştırmaktan kaçınan Kenya’ya yönlendiriyor.

Bu nedenle Kremlin, açık denizde işlenen suçlar için bir uluslararası yargı mekanizmasının kurulmasını önerdi. Bu sefer, yine denizlerdeki emperyal projeleri nedeniyle Anglosaksonlar buna yanaşmadı.

Pistris: ABD’nin korsan komandoları

ABD Başkanının korsanları

1826 yılında Simon Bolivar, « yarışçı savaşı » yani Devletlerin deniz üzerindeki çıkarlarını korumak ve hatta savaş yürütmek için özel sektördeki armatörlere başvurmasını yasaklayarak Latin Amerika’daki ulusları barıştırmayı denedi. Ama Libertador’a kimse kulak vermedi.

Paris Deklarasyonunun (1856) deniz hukukunu belirlemesi için, Batılıların ve Osmanlıların, Çar I. Nikola’nın Kırım’da birliklerini yenmesini beklemek gerekti. « Korsanlık fermanları » ortadan kaldırıldı, yani Devletler özel silahlı grupları finanse etmekten vazgeçtiler. Bu sistemden Kuzey Afrika’daki Osmanlı himaye devletleri çok yararlanmıştı ve bunun karşısında ABD Devlet Başkanları Thomas Jefferson ve James Madison “Barbar Korsanlara” karşı verdikleri iki savaşı zaferle sonuçlandırmıştı (1801-1805, 1815).

Öte yandan, ABD, İspanya ve Meksika bu deklarasyonu imzalamayı reddederler, çünkü liberal kapitalist doktrin, savaşın da yeri geldiğinde özelleştirilebileceğini öngörmektedir. Genç ABD o dönemde büyük güçlere kafa tutabilecek bir askeri deniz filosunu oluşturma yeteneğine sahip olmadığının farkındaydı.

Temsilci Ron Paul, bu eski uygulamayı yeniden harekete geçirerek, Kongrede September-11 Marque and Reprisal Act of 2001’i onaylatmayı üç kez denedi. Kongre daha önce terörizmle savaşı onayladığı için bu gerekli değildi ve ABD Anayasasının 1nci maddesi 8nci şıkkına dayanarak, Dışişleri Bakanlığı tarafından özel askeri şirketi şirketlere Hint Okyanusundaki « teröristleri » avlamak için korsanlık fermanları verildi. Ve gayet iyi biliyoruz ki, Washington’un bakış açısıyla, her korsan potansiyel bir teröristtir [10].

Fransız Savunma Bakanlığının bir yayınına göre, bu korsanlık fermanlarından ilki 2007 yılında Pistris Inc. Şirketine verildi. « Bu şirkete, askeri gözlem uydularıyla bağlantılı olan 65 metre uzunluğunda iki savaş gemisini silahlandırma yetkisi verildi. Aralarında komandoların da bulunduğu 50 kişilik bir mürettebata sahip gemilerin her birinde bir silahlı helikopter, 50 knot hıza ulaşabilen ultra hızlı ek deniz taşıtları bulunuyor. Pistris şirketinin Massachusetts’de, özellikle komando harekatlarına yönelik olmak üzere kendi askeri eğitim kampı bulunuyor » [11]. Bir yapay göle tekneler yerleştirilerek, açık deniz koşullarını canlandırmak için devasa bir makine dalga yaratılıp savaş sahneleri simülasyonu yapılıyor.

Kıyı korsanları

Korsan örgütlerini tanımlamadan önce, bu alandaki bir kavram karışıklığını gidermekte yarar var. Somali devleti çöktüğünde, Fransız, İspanyol ve Japon balıkçılar, Somali karasularında bulunan ton balığı ve karides sürülerini yağmalamak için bu durumdan yararlandılar. Bazen, çete reislerinden, bazen de sözde geçici hükümetten sözüm ona « izinler » satın aldılar.

Ağla avlanan çok sayıda geminin kullanılmasının denizdeki balık stoklarını tükettiğinin bilincinde olan Somalili balıkçılar, karasularında avlanan gemilere saldırdılar ve bir tür tazminat karşılığı olarak onları soydular. Ülkede hüküm süren politik kaos bağlamında ve ulusal sahil güvenlik teşkilatının olmaması nedeniyle, yaşanan bu saldırılar bir çeşit öz savunma içeriği kazanmaktadır. Somali karasularında ortaya çıktıkları için korsanlık olarak kabul edilmemektedirler.

Burada bizi asıl ilgilendiren, açık denizde işlenen suçlardır. Bunun için kıyılardan uzaktaki maceralara uygun gemiler gerekmektedir. Başlangıçta korsanlar önce yakınlarda seyreden bir büyük gemiye saldırıyor ve daha sonra bu gemiyi açık denizde daha büyük avlara saldırmak için kullanıyorlardı. Bugün artık kendi filolarına sahipler.

Hedef seçimi her şeyden önce geminin güverte yüksekliğine, hızına ve boyuna göre yapılmaktadır. Gemi ne kadar alçak güverteli, düşük hızlı ve büyük olursa saldırıya o kadar elverişli durumdadır. Mürettebat kaptan köprüsünden gemiye tüm çıkış noktalarını göremeyeceği için konteyner gemilerinin savunulması hemen hemen imkansızdır. Ton balığının avlanmasında kullanılan balıkçı tekneleri de keza öyle, çünkü geminin kıçında güverteye çıkışı kolaylaştıran bir rampa bulunmaktadır ve denize ağ atıldığında kaçmaya olanak yoktur.

« Gemi bir kez ele geçirildikten sonra, talimatı veren, korsanların şefine nereye demir atacağını belirtir: burada pazarlıkları yürütmek için gemiye tercüman çıkarılır. Gemilerin ortalama alıkonma süresi altmış gündür. Güvertedeki ortam gerilimlidir ancak bugüne kadar, belki bir sefer hariç hiç kimse ölmemiştir.

Korsanlar, rehineleri öldürmeye başlamaları durumunda durumun boyut değiştireceğini ve halkın ve dini yetkililerin kendilerine karşı tavır alacağını gayet iyi bilmektedirler.

Bu arada, korsanların bir tür onur yasasına uyduklarını da biliyoruz: herkesin görevi açık bir şekilde belirlenmiştir ve korsanların şefi yapılan tüm harcamaları titizlikle not etmektedir. Borç verilmesi uygulaması yaygındır ve herkes borcuna saygı göstermektedir. Fidye ödendiğinde herkes kendi payını alır. Hatta gemilerin üstünde toplumsal yaşamın örgütlenmesine saygı gösterilmesini sağlamak üzere bir para cezası sistemi kurulmuştur.

Korsanlar, saldırıya uğrayan gemilerin demirlediği bölgelerin yakınında geçici kamplar kurmaktadırlar. Her zaman burada bulunan köylere yerleşmezler ki bu da özellikle aşiret bağlamında uygun olmadığından, kimi durumda yerel halk tarafından kabul edilmediklerini gösterir. Saldırı sonrasında, karşılaşılan zorluklardan biri da rehinelerin bakımı ve beslenmesi konusunda yaşanmaktadır. Bunun için alınan fidyelerin artan tutarıyla beslenen bir mini ekonomi yaratılmıştır. Korsanlık bölgede istihdam yaratılmasını sağlamıştır: kıyıda yaşayan halk, ülkenin merkezlerinde yaşayan akraba ve dostlarını, saldırı ve sonrasındaki bekçilik (gemilerin ve rehinelerin) faaliyetlerinde görev almak üzere bölgeye çağırmaktadırlar.

Fidyeler genel olarak nakit olarak gemide ödeniyor ve ardından harekata katılan herkes ve diğer hak sahipleri arasında paylaşılıyor. Fidye tutarının paylaşımı kısmen balıkçılıkta yapıldığı gibi gerçekleşiyor: paranın %50’si “işçilik” için yani eylemi gerçekleştiren adamlara (bunlar bazen 80 kişiye yakın olabilir), %30’u emri verene, %15’i tercüman, tüccarlar ve daha da geniş anlamda aracılara ve kalan %5’i ise ölen korsanların ailelerine dağıtılmaktadır. » [12]

Puntland’ın tanınmayan Devletinin başkanları: solda Adde Muse (2005-2008) ve sağda Faroole (2009’dan beri). Puntland hükümeti yerel korsanlara ödenen fidyelerin emri verene ayrılan bölümünün %30’unu almaktadır.

Yeni Tortuga Adası, Puntland

XVIInci yüzyılda Karayiplerde Hıristiyan İmparatorlukları arasında yaşanan çatışma, korsanların işine yaramıştır. Aynı zamanda hem şiddet yanlısı hem de eşitlikçi olan « Kıyının Kardeşleri » adlı gizli topluluk içerisinde örgütlenirler ve « 13 cennetleri » adını verdikleri topraklarını ele geçirirler. Başkentleri, Fransa Kralının gizli himayesi altında zenginleştikleri Tortuga Adası idi. Bugün aynı yapı Somali’de de karşımıza çıkıyor. BM uzmanlar grubu, üçü başta olmak üzere, birbiriyle rekabet halinde olan dokuz suç örgütünden söz ediyor [13].

Bu örgütlerin en ünlüsü, « Faroole » lakaplı Puntland devlet başkanı Abdurrahman Muhamed’in akrabası « Boyah » lakaplı Abşir Abdillahi tarafından yönetiliyor. 44 yaşındaki Abşir, ana üssü haline getirdiği Eyl limanı kökenli. Sayısı 500 kişiyi aşan bir milise sahip olduğunu ve açık denizde 25 ila 60 gemiyi ele geçirdiğini iddia ediyor. Avları arasında Japonya’ya ait kimyasal yük taşıyan Golden Nori (28 Ekim 2007, fidyesi 1,5 milyon dolar) ve lüks Fransız yatı Le Ponant (4 Nisan 2008, fidyesi 2 milyon dolar). Somalilerin –dünyadaki en fakir ülkelerden biri- yıllık 282 dolarlık ortalama gelirleri dikkate alındığında elde edilen fidyeler astronomik rakamlar ifade ediyor.

Puntland özerk devleti, Tortuga Adasının modern sürümüdür. Bossaso (Puntland’ın başkentinin adı) hükümeti, Almanya, Cibuti, Birleşik Arap Emirlikleri, İspanya, ABD, Etiyopya, Kenya ve Dünya Bankası ile iyi ilişkiler içerisinde olmakla böbürleniyor [14]. Korsan örgütlerinin kazançlarıyla karşılaştırıldığında oldukça düşük kalan 30 milyon dolarlık bir yıllık bütçesi olduğunu ilan ediyor. « Boyah »’ın, başta Devlet Başkanı « Faroole », « İlkajir » lakaplı İçişleri Bakanı Abdullahi Ahmet Cama ve İç Güvenlik Bakanı General Abdullah Sait Samatar olmak üzere Puntland Hükümetinin himayesi altında bulunmasında şaşılacak hiçbir şey yok. Garowe Online’e yaptığı açıklamaya göre (Ağustos 2008), fidyelerin emri verenlere ayrılan bölümünün %30’unu bu kişilere dağıtıyordu.

« Boyah », Mayıs 2009’da, 180 adamıyla birlikte bu işlerden elini eteğini çektiğini duyurdu. Yerine akrabalarından biri olan Muhammet Abdi Garaad’ın geçtiği söyleniyor. Bugün 13 gruba bölünen milislerinin sayısı 800 kişiyi aşıyor. Garaad, özellikle Japonya’ya ait Stella Maris adlı dökme yük gemisinin ele geçirilmesinden (20 Temmuz 2008, fidyesi 2 milyon dolar) ve Malezya’ya ait Bunga Melati Dua adlı şilep (18 Ağustos 2008, fidyesi 2 milyon dolar), Almanların BBC Trinidad (21 Ağustos 2008, fidyesi 1 milyon dolar) ve İran’a ait İran Deyanat (21 Ağustos 2008) adlı şileplerin ele geçirilmesinden sorumludur. Bu arada ABD’ye ait Maersk Alabama konteyner gemisine saldırıp (8 Nisan 2009) ABD Vnci filosunun sert müdahalesine neden olarak bir densizlik de yapmıştır.

Tartışmalı Sanaag eyaletinde bir başka çete de yer almaktadır. « Hanaano » lakaplı Fuat Warsame Seed tarafından yönetilmektedir. Bu çete, altmışa yakın kişinin oluşturduğu gelişmiş askeri donanıma sahip bir milistir. Ele geçirdiği başlıca gemiler Alman yatı Rockall (23 Haziran 2008, fidyesi 1 milyon dolar), Türklere ait kimyasal yük gemisi Karagöl (12 Kasım 2008), Mısır’a ait iki balıkçı gemisi Mümtaz 1 ve Samara Ahmed (10 Nisan 2009) ve İtalya’ya ait römorkör Buccaneer (11 Nisan 2009).

« Hanaano », siyasi faaliyetlerini finanse ettiği İçişleri Bakanı « İkaljiir » tarafından korunuyor. 15 Ekim 2009 tarihinde, uluslararası sularda yeni bir operasyona kalkıştığı sırada Yemenliler tarafından yakalandı. Puntland Hükümeti özgür bırakılması için pazarlıklarını sürdürüyor.

2010 yılının ilk üç ayında korsan eylemlerinin gerçekleştiği yerler (kaynak: Uluslararası Denizcilik Bürosu)

Xaradheere ve Hobyo’nun cennetleri

Somali’nin merkezinde, « Afweyne » lakaplı Muhammet Hassan Abdi tarafından bir başka örgüt kuruldu ve bugün oğlu Abdülkadir tarafından yönetilmektedir. Örgüt, Xaradheere ve Hobyo limanlarında üslenmiştir ve bir tür meşruiyet görüntüsü için kendini « Orta Bölgenin Sahil Güvenlikleri » olarak ilan etmiştir.

Örgütün bilinen bilançosu ise çok çarpıcıdır: Semlow (26 Haziran 2005), Çin’e ait sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tankeri Feisty Gas (10 Nisan 2005, fidyesi 315 000 dolar), Rosen (25 Şubat 2007), Danimarka şilebi Danica White (2 Haziran 2007, fidyesi 1,5 milyon dolar), İspanyol Ton balıkçısı gemisi Playa de Baskio (20 Nisan 2008, fidyesi 770 000 euro), Malezya’ya ait kimyasal yük gemisi Bunga Melati (18 Ağustos 2008, fidyesi 2 milyon dolar), Yunan dökme yük gemisi Centauri (17 Eylül 2008), Ukrayna’ya ait Faina şilebi (25 Eylül 2008, fidyesi 3 milyon dolar), Filipinler’e ait kimyasal yük gemisi Stolt Strenght (10 Kasım 2008), Çin’e ait Ton balıkçı gemisi Tian Yo no 8 (15 Kasım 2008), Suudilere ait Sirius Star süper tankeri (15 Kasım 2008, fidyesi 15 milyon dolar!), Indian Ocean Explorer yolcu gemisi (2 Nisan 2009), Almanya’ya ait Hansa Stavanger konteyner gemisi (4 Nisan 2009, fidyesi 2 milyon dolar), Belçika’ya ait Pompei adlı dip tarama gemisi (18 Nisan 2009, fidyesi 2,8 milyon euro), Yunanlı dökme yük gemisi Ariana (2 Mayıs 2009, fidyesi 3 milyon dolar), İspanyol balıkçı gemisi Alakrana (2 Ekim 2009, fidyesi 2,3 milyon euro), Singapur’a ait Kota Wajar konteyner gemisi (15 Ekim 2009, fidyesi 4 milyon dolar), Çinli dökme yük gemisi Xin Hi (19 Ekim 2009, fidyesi 4 milyon dolar) ve son olarak Rus tankeri Moscow University (5 Nisan 2010, fidye yok).

23 Eylül 2009’da Albay Kaddafi, Birleşmiş Milletler kürsüsünden dostu « Afweyne »’nin savunmasını üstlenir.
© Marco Castro. BM Basın Servisi

Korsan mı, deniz haydudu mu?

Daha önce sözünü ettiğimiz, XVIInci yüzyıl Karayipler’indeki Kıyının Kardeşlerinin tarihçesine geri dönersek, korsanlar « 13 cennetlerine » yerleşebilirlerdi, çünkü kimi Devletlere üstü kapalı hizmetler sunuyorlardı. Aslında bunlar deniz haydutlarıydı, yani zaman zaman siyasi otoriteler tarafından itiraf edilemeyen misyonlarla görevlendiriliyorlardı. Bugün de tabii ki işlerin daha farklı yürümesi mümkün değil.

Rus Genelkurmayı, Puntland’ı ve Xaradheere ve Hobyo limanlarını temizlemek için çokuluslu bir harekat öngördüler. Ancak Anglosaksonlar bu ani öneriyi şiddetle reddettiler. Bunun nedeni, bu toprakların siyasi yöneticilerinin, Eş Şebab’ın İslamcılarına karşı CİA, MI6 ve MOSSAD’ın müttefiki olmasıdır. Anglosaksonların sağladığı bu yoğun desteğe bir Afrika rengi vermek için, Dışişleri Bakanlığının, Irak Bağdat’takinden sonra dünyadaki en büyük büyükelçilik binasını inşa ettiği Addis Abeba (Etiyopya) üzerinden geçiriliyor.

İngiliz haftalık dergisi The Spectator’a göre, Puntland’ın korsan şefleri ABD savaş gemilerinde dostane bir şekilde kahve ikram edilerek karşılandı [15].

Puntland gibi Devlet benzeri hizmetlerden yoksun olan Xaradheere ve Hobyo’dakileri « ele almak » için, Anglosaksonlar daha çekici bir örtüden yararlanmayı tercih ettiler.

Muammer Kaddafi’nin BM Genel Kurulunda verdiği bitmek bilmeyen söylevini (23 Eylül 2009) dinleyen diplomatlar, esneme eğilimi gösterdiler ve konuşmanın bitmesini ayakta bir şeyler içerek beklediler. Oysa yanlış yaptılar. Libya Devlet Başkanı, BM’in işleyişine ilişkin bıktırıcı söylevi sırasında, sık sık konu dışı değerlendirmelerde bulundu. Bunlardan biri de, bugünkü suç örgütlerini yoksul balıkçılar olarak göstererek –ki daha önce ortaya koyduğumuz gibi bu doğru değil- Somalili korsanların savunmasını üstlenmeyi içeriyordu [16]. Albay Kaddafi ayrıca 1 ila 4 Eylül 2009 tarihleri arasında Trablus’a gelen « Afweyne » ve teğmenlerine karşı gösterdiği gösterişli konukseverlikten de söz etti.

Libya Afrika’da rol oynamak istiyor ama ABD (Albay Kaddafi’yi iktidara taşıyan) ile kamuoyu önünde barıştıktan sonra bunu gerçekten istediğini artık iddia edemez. Bugün, Afrika, ABD’nin Çin ile mücadele ettiği etrafı çitle çevrili bir tarla haline dönüşmüştür. ABD gizli eylemlerinin taşeronluğunu İsrail’e verirken, Çin İranlıların hizmetlerinden yararlanmaktadır.

Alo, ben Ehud Olmert.

Yemen’in vazgeçilmez Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e göre, Yemen’in karasularında yakalanan korsan şefleri, talimatları İsrail Başbakanı Ehud Olmert’ten uydu telefonu aracılığıyla alıyorlardı. Arap basını tarafından kapsamlı olarak yeniden ele alınan bu iddialar, « uluslararası kamuoyu » tarafından dikkate alınmadı.

İyi huylu deniz haydutları olarak, Somalili korsanlar gerektiği zaman hizmet vermesini biliyorlar ve zamanın geri kalanında ise kendi hesaplarına hırsızlık yapıyorlar. Böyle olunca da, birçok savaş gemisinin arasından sanki hiçbir şey olmamış gibi haydutluk yapmaya devam etmeleri karşısında çok da şaşırmıyoruz. Hatta kimi zaman, Bahreyn’de Pentagon tarafından düzenlenen « Ortak Bilinç ve Çatışma Önleme » (SHADE) toplantıları sırasında elde edilen bilgilerin, ölümcül sonuçlara yol açacak karşılaşmaları önlemek üzere korsanlara iletilip iletilmediğini kendi kendimize soruyoruz.

Çeviri
Osman Soysal
Kaynak
Odnako (Rusya)

Bu araştırma, Moscow University adlı Rus tankerinin saldırıya uğraması sonrasında (yani makalede yer verilmemiş olan özgürlük filosu olayı öncesinde) haftalık Rus Odnako dergisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Derginin 23ncü sayısının ana dosyası ve kapak konusunu oluşturmaktadır. Dipnotlar yazar tarafından internet sürümü için sonradan eklenmiştir.

[1The political development of Somaliland and its conflict with Puntland, yazan Beruk Mesfin, Institute for Security Studies (Güney Afrika), Eylül 2009.

[2Ehli Sunne vel Cemmat’ın resmi internet siteleri : Shaaficiyah.com (İngilizce) et Ahlusunna.org.

[3Es Şebab’ın resmi internet sitesi : Alqimmah.net.

[4Saldırıların coğrafi yer değiştirmeleri için bakınız Piracy : The Motivation and Tactics, yazan Nicole Stracke et Marie Bos, Gulf Research Center, 2009.

[5Combating Somali Piracy : the EU’s Naval Operation Atalanta, Birleşik Krallık Lordlar Kamarası (bkz. HL 103, 14 Nisan 2010).

[6Piracy : threat or nuisance ? yazan Alessandro Scheffler, NATO Defense College, Roma (bkz. Research Paper 56, Şubat 2010).

[7China’s Participation in Anti-Piracy Operations off the Horn of Africa : Drivers and Implications, derleyen Alison A. Kaufman, Center for Naval Analysis, USA, (bkz. MISC D0020834.A1/, Temmuz 2009). China and Maritime Cooperation : Piracy in the Gulf of Aden yazan Gaye Christoffersen, Institut für Strategie- Politik- Sicherheits- und Wirtschaftsberatung, 2010.

[8Sea Vision internet sitesi.

[9« La piraterie profite aux sociétés privées de sécurité », yazan Marie-France Joubert, France 24, 26 Kasım 2008.

[10Örneğin : The Maritime Dimension of International Security. Terrorism, Piracy, and Challenges for the United States, yazan Peter Chalk, Rand Corporation, 2008.

[11« Le retour de la guerre de course », yazan Jean-Paul Pancracio, Bulletin d’études de la marine, Sayı 43, Aralık 2008, Centre d’enseignement supérieur de la Marine, Ministère de la Défense, Paris. Yazar « Washington lâche des corsaires dans l’océan Indien », yazan Philippe Chapleau, Ouest France, 3-4 Kasım 2007 yazısından alıntı yapıyor.

[12La Piraterie maritime, rapport d’information de la Commission de la Défense nationale et des Forces armées, Assemblée nationale, France (bkz. 1670, 13 Mayıs 2009). Raportör : Christian Ménard.

[13Troisième rapport du Groupe de contrôle sur la Somalie établi en application de la résolution 1853 (2008) du Conseil de sécurité (ref. S/2010/91), 10 Mart 2010.

[14Bakınız Puntland özerk Devletinin resmi internet sitesi.

[15Aidan Hartley’in araştırması, The Spectator, 6 Aralık 2008.

[16« Discours de Mouammar Khadafi à la 64e Assemblée générale de l’ONU », Voltaire İletişim Ağı, 23 Eylül 2009.