Thierry Meyssan’ın Gözlerimizin önünde kitabının bölümler halinde yayınlamayı sürdürüyoruz. Bu bölümde Fransa bölünmüş görünüyor: bir yanda cumhurbaşkanı Anglosaksonların ve De Gaulle’cu rakibi Katar’lıların oyununu oynarken, çok sağcı iki bakan Libya halkını savunmak için Libya Başbakanı Bağdadi Mahmudi’ye destek vermektedirler. Bu hakikat anında, her bir aktör korkuyu derinden hissederek kendini konumlandırmak zorundadır. Kendine sadık kalacak olanların sayısı az olacaktır.
Bu makale Gözlerimizin Önünde kitabından alıntılanmıştır.
Bakınız İçindekiler.
22- Libya Arap Cemahiriyesinin düşmesi
Savaşa geri dönelim. Libya’ya karşı yürütülen askeri harekatların ABD kendi başına beşte birini ve Birleşik Krallık onda birini yaparken, Fransa bunların toplamda üçte birini gerçekleştirerek, savaşa en çok bulaşan ülkedir.
Başlangıçta müttefik orduları arasında basit bir eşgüdüm vardır. 31 Mart 2011’den itibaren Washington, emir komutanın tamamıyla NATO’da olması şartını dayatır. Fransız Ordusu, ABD’li Amiral James G. Stavridis ve yardımcıları Kanadalı General Charles Bouchard, ABD’li General Ralph J. Jodice II ve İtalyan Tümamiral Rinaldo Veri’nin emri altına girer. Yeni oluşturulan « alakart » Koalisyonda İttifak üyesi olmayan başka ülkeler de yer alır.
Durum böyle olunca Fransız Genelkurmayı, savaşın genel stratejisinin ancak kendisinden yapılması istenen ve NATO’nun ona açıklamayı lütfettiği bölümünü bilecek durumdadır. Zaten, görevlendirilen Fransız kuvvetleri NATO’ya çok fazla bağımlı oldukları için eksik donanımlı ve uyumsuzdur.
Savaşın başında Fransa, Bingazi yakınlarında bir araya gelen Libya Ordusuna bağlı 40 000 askerin, muhtemelen halka yönelik katliam hazırlıkları yaptıkları düşünülerek öldürülmeleri sürecine katılır. Fransa sonraki beş ay boyunca, sadece kendisine gösterilen hedefleri bombalamakla yetinir. Bu arada sahada isyancılarla eşgüdüm sağlamakla görevli bazı kara birliklerine de sahiptir. Dolayısıyla Fransa gerçeği kabul etmeli ve komuta konusunda başlangıçta yaşanan karışıklığa yol açan gerçek nedenleri kabul etmelidir: silahlı isyancılar sayıca azdır ve çoğu Libya İslami Mücadele Grubu (GICL), yani El Kaide üyesidir.
Savunma Bakanı Gérard Longuet, özellikle Trablus ve Fizan’da Muammer Kaddafi tarafından örgütlenen gösteriler konusunda bilgilendirilir. Hemen Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye bu savaşa şahsen karşı olduğunu söyler [1]. Ona, kendisinden daha çok bilgiye sahip İçişleri Bakanı ve Élysée’nin eski genel sekreteri Claude Guéant da katılır. Bir üçüncü adam, İç Güvenlik Merkez Müdürü Bernard Squarcini de onlara destek verir.
29 Mart’da Birleşik Krallık ve Fransa önde gelen müttefikleriyle birlikte Londra’da bir toplantı düzenler. Libya Ulusal Geçiş Konseyi üyelerine ödenen maaşların, dondurulan Libya fonları kullanılarak Libyan Information Exchange Mechanism (LIEM) aracılığıyla ödenmesi kararlaştırılır. Bu karar iki yönüyle uluslararası hukuka aykırıdır. Uluslararası hukuka göre bir ulusal anlaşmazlığa, muhalifleri maaşa bağlayarak –bunlar casus olarak kabul edilmelidir- müdahil olmak yasaktır ve tabi ki dondurulan fonları kendi yararına aşırmak da yasaktır.
Nicolas Sarkozy, Libya’nın sahip olduğu hazineden ancak bu dönemde haberdar olur: 150 milyar dolar, 143 ton altın ve hemen hemen bir o kadar da gümüş. Claude Guéant’a, hazinenin bir bölümü karşılığında, Kaddafi ile Fransa’nın geri çekilmesini müzakere etmek üzere eski Emniyet Genel Müdürü Vali Édouard Lacroix’yı gönderme izni verilir.
14 Mayıs’ta Uluslararası Para Fonu Başkanı Fransız Dominique Strauss-Kahn’ın tutuklanmasıyla işler karışır. Sosyalist rakibinin etkisiz hale getirilmesi Nicolas Sarkozy için iyi haber olsa da, bu fırsatla öğrendikleri, Libya’ya karşı savaştan olabildiğince daha fazla yararlanma iradesini güçlendirir. Strauss-Kahn, Angela Merkel’in bir işbirlikçisiyle birlikte Muammer Kaddafi’yle görüşmesi beklenirken, Berlin üzerinden Trablus’a giderken yakalanır. Görüşmenin konusunun Libya’nın parasal deneyimleri olması bekleniyordu (ABD Dolarından ve CFA Frangından nasıl vazgeçebiliriz?). Görüşmenin sonucu, birkaç gün sonra, Deauville’de toplanacak olan G8’de rapor edilecekti. Şurası gerçek ki Strauss-Kahn, evveliyatını iyi bilen kişilerin kurduğu bir tuzağa düşürülmüştür. Avukatları yardım umuduyla Tel-Aviv’e gider ama başarılı olamazlar. Askeri-sinai kompleksin taraftarları, vatansız para taraftarları karşısında bir kez daha galip gelmişlerdir [2].
Fransa-Libya gizli müzakereleri ilerlerken, Dışişleri Müsteşarı Jeffrey Feltman Washington’dan duruma müdahale eder ve Paris’e müzakereleri hemen kesmesini emreder.
Nicolas Sarkozy, David Cameron ve Emir El Tani yeni bir Libya Merkez Bankası ve Total ve BP ile birlikte çalışacak yeni bir petrol şirketi kurarlar. Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ne uluslararası pazarda Libya petrolünü bizzat satma ve bunun sonucunda oluşacak karı elinde bulundurma izni verilir. Kazancın çekiciliği dayanılmazdır ve kimse anlaşmazlığın sona ermesini beklemeyi beceremez. Libya Ulusal Geçiş Konseyi, Emir’e yazdığı bir mektupta, brüt petrolün %35’ini Fransa’ya tahsis edeceğini teyit eder. Bu oran, Fransızların bombardıman sayısının Koalisyonun gerçekleştirdiği bombardımanların toplamına oranına karşılık gelmektedir. Sirenayka Libya’nın geri kalanından bir kez ayrılıp, petrolü yeniden çıkarılmaya başlayınca, savaş alanında olan bitenin hiçbir anlamı kalmaz. Bingazi sakinleri bağımsızlıklarına yeniden kavuşunca, kendilerini Trablus ve Fizan bölgesinin geleceğiyle ilgili görmezler.
İzleyen beş ay boyunca, Fransa’dan birçok önemli şahsiyet Libya’ya yolculuk yapar. Özellikle de avukat Roland Dumas ve Jacques Vergès. İki adam Libyalılara çıkarlarını savunmayı ve Fransa’da dondurulan 400 milyon Euro’luk alacaklarını çözmeyi önerirler. Dava için kendilerine söz konusu tutarın belli bir oranında ödeme yapılmasını şart koşarlar ve Trablus’tan 4 milyon Euro nakit avans alarak ayrılırlar. Ardından Alain Juppé’ye, paranın hangi gerekçeyle dondurulduğunu soran elle yazılmış bir faks mesajı gönderirler. Cemahiriye Ağustos ayında yıkıldığı için, ücretini cömertçe aldıkları işi hiçbir zaman tamamlamazlar.
Bir başka avukat, Marcel Ceccaldi, babası üzerinde baskı kurmak için karısı ve çocukları NATO tarafından hedef alınan ve öldürülen Kaddafi’nin silah arkadaşının oğlu Halit Hamedi’nin savunmasını üstlenmeyi kabul eder [3]. Sonrasında BM önünde elverişli bir içtihada sahip olmak için, Afrika’daki uluslararası mahkemelerde birçok girişimde bulunur. Bozgundan sonra, Rehberin özel kalem müdürünün danışmanı olur ve müzakereler ve Nicolas Sakozy’nin seçim kampanyasına yönelik ödeme sırasında Ziyad Takiyeddin ile yapılan görüşme kayıtlarının yayınlanmaması karşılığında kendisine yönelik kovuşturmalara son verilmesi pazarlığını yapar. Her ne kadar Ceccaldi bir maceracı olsa da, Cemahiriyenin düşmesinden sonra bile verdiği sözleri titizlikle yerine getirir.
Eski Başbakan Dominique de Villepin, Cerba’ya (Tunus) gelir ve Trablus’tan görüşme talebinde bulunur. Yeniden avukatlık yapmakta ve Katar Emirini temsil etmektedir. Yanında, Libya ile daha önce arabuluculuk yapma görevini üstlenmiş olan Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin dostu Alexandre Djouhri bulunmaktadır. Kendisi ve ailesi için verilecek geçiş izni belgesi karşılığında Kaddafi’nin teslim olması önerisini taşımaktadır. Yolculuklarının ne anlama geldiği konusunda bilgi edinmeye çalışan aracılarla görüşseler de, sonuç olarak Libya’ya girmelerine izin verilmez.
Kendi adıma, Rehberin kızı Ayşe Kaddafi’nin davetlisi olarak, neler olup bittiğini yerinde öğrenmek üzere bu ülkeye gittim. Fidel Kastro’nun Muammer Kaddafi’den bana hayranlıkla söz etmesine kadar bu konuda manipüle edildiğimi düşünüyordum. « Commandante » rastgele konuşmaz. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin Libya Hava Kuvvetleri tarafından yerle bir edildiğini duyurduğu Trablus’taki mahallelerin hiçbir zaman bombalanmadığını yerinde tespit ettim. Uluslararası hukukun Cemahiriyeden yana olduğunu gözlemledim ve gerçeği ortaya koymak ve diplomatik alanda ülkeyi kurtarmak için bir plan hazırladım. Bu arada gizli servis başkanı Abdullah Senusi benim bir ajan olduğuma inanmaktadır. Dolayısıyla, özgeçmişimin incelenmesi için zaman kazanmak üzere, bir süre beklemeye alındım. Bu arada Fransa, hepsi istihbarattan maaşlı « militanlardan » oluşan bir sözde destek heyetini Libya’ya gönderir. Libya ve Bush yönetimi arasında varılan mutabakata karşı çıktığımı kanıtlayan, hiçbir zaman gizlemediğim ve Ayşe Kaddafi’yi gerçekleri bizzat yerinde görmek üzere beni çağırmaya iten sert açıklamalardan oluşan bir dosyayı yetkililere sunarlar. Bu girişim beklenilenin tersi bir sonuca yol açar: Dışişleri Bakanı Musa Kusa görevini terk edip İngilizlere katılınca, Muammer Kaddafi beni hükümetine dahil eder ve bana çeşitli ittifakların müzakeresini yürütmek, Eylül ayında New York’taki BM Genel Kurulu hazırlıklarını yapmakla görevlendirir. Bir siyasal eylem karşılığında ücret almayı tercih etmediğim için, BM’de NATO’nun müdahalesinin hukuka aykırı olduğunun ilan edilmesini sağlamam karşılığında, Halit Bazelya başkanlığında, Malta’da stüdyolarının satın alındığı bir İngilizce televizyon kanalının genel yayın yönetmenliği üstlenmem konusunda anlaştık. Muammer Kaddafi, bir başka kanal üzerinden İsrail, Fransa ve ABD ile müzakere etmeyi sürdüreceği için, sadece görece bir yetkiye sahip olacaktım.
Hükümet üyelerinin büyük bir bölümü görevini terk eder. İkisi beceriksiz olmak üzere sadece altı bakan görevdedir. Bu arada görünüşe rağmen, bunların kişisel görüşleri hala belirsizdir. Petrol Bakanı Şükrü Ganem gibi bazı bakanlar, Avrupa’da dolaşım hakkını geri kazanmak ve Libya’nın dondurulan fonlarını çözmek için kaçtıklarını iddia etmektedirler. Herkes herkesten şüphe etmektedir. Düşman saflarına geçmiş olmakla suçlanan Bakan Abdül Ati el-Obeydi, Abdullah Senusi tarafından tutuklatılır ve bir gün boyunca işkence görür. Bu bir yanılgıdır. Hala halkını kurtarabileceğinin bilincinde olan Bakan kahramanlık gösterip, hiçbir şey demeden topallayarak görevini sürdürür.
Rehberi gibi, Libya Arap Cemahiriyesinin de ittifak siyaseti yoktur. Savaş başladığında, aralarında Güney Afrika’nın da yer aldığı bazı Afrika ülkeleri ve ayrıca Küba, Suriye ve Venezüella gibi sadece birkaç dost ülkeye sahiptir. Dimitri Medvedev’in Rusya’sı, görevden alınmış Büyükelçi Vladimir Şamov’un ve zamanını bekleyen Başbakan Vladimir Putin’in büyük tepkisine yol açarak, ona ihanet etmiştir [4]. Afrika Boynuzunda ciddi bir ihtilaf yaşadığı Çin, tavır almaktan kaçınır. Daha da kötüsü, esen rüzgara kapılan bazı eski müttefikleri ona sırtını döner. Bu özellikle Senegal Cumhurbaşkanı Abdulaye Wade için söz konusudur. Uzun bir süre özel olarak Kaddafi’nin üstüne titrediği Wade, onu ilk mahkum eden ve bunu ilk ilan edenlerdendir.
1978 yılında Libya ya da İtalya’da ortadan kaybolan İmam Musa Sadr olayının Şiilerle yakınlaşmayı zorlaştırmasından kaygılanıyorum. Ama öyle olmuyor. Sanırım, Lübnanlı yöneticilerin kamuoyuna yaptıkları açıklamalara karşın, Sadr’ın gerçek kişiliği üzerinde şüpheler yoğunlaşıyor. Yoksulların hareketi Emel’i (bugün milyarder Nebih Berri tarafından yönetilen) kurdu ve Lübnan’daki Şiileri içerisinde bulundukları toplumsal durumdan çekip çıkarmayı başardı. Ama bazılarına göre Şah’ın ajanıydı ve bu durum partisinin Hizbullah ile yollarının ayrılmasında rol oynadı.
Üst düzey yetkililerden oluşan bir heyetle görüşmeyi kabul eden İran ve Lübnan Direnişi ile ilişkilerin yeniden kurulmasına büyük önem veriyorum. Trablus’taki gazetecilerin arasında, Refik Hariri cinayetinde Mossad adına oynadığı rolü iyi bildiğim ABD’li bayan fotoğrafçı Tara Todras-Whitehill’i görüyorum. Dolayısıyla onun Trablus’ta yakalanmasını, Lübnan’ın bilgilendirilmesini ve bir iyi niyet göstergesi olarak bu ülkeye iadesine yönelik hazırlıkların yapılmasını öneriyorum. Hata yapıyorum: Muammer Kaddafi İsrail ile temaslarını sürdürür ve çocuklarından birini müzakerelerde bulunmak üzere Tel Aviv’e gönderir. Abdullah Senusi bir kez daha beni yakalatmak konusunda tereddüt eder. Todras-Whitehill yeniden karşılaştığımızda bana meydan okur.
Rehber akıldışına gömülür. Transa giren bir bedevi kadını barındırmaktadır. Melekler onun sesiyle konuşur. Kadın, onu her şeyin biteceğine inandırır. An gelecek ABD, anlaşmazlığı başlattığı gibi geri çekilecektir. Açıklama yapmaksızın. Bu kadın ve ailesi, ağır bir karanlıkçılık havası yayarlar. Hiçbir tartışma ortamı yoktur. Safça sorular sorduğumda, babası « kafirle konuşmayı kabul ettiğini » ama bunun kendisini « rahatsız etmediğini » söyler.
27 Haziran’da, tam da ünlü gazeteci ve eski El Kaide üyesi Yusuf Şakir bana söz verdiği anda Fransız Ordusu, Libya televizyonunun verici antenini bombalar.
Kamuoyunu tanık olarak gösterebileceğine inanan Cemahiriye, yabancı basının anlaşmazlığı gizlemesine izin verir. Dünyanın dört bir yanından yüzlerce gazeteci, NATO bombardımanının izlerini görmek üzere ülkeye üşüşür. Uçakların bazı binaları ıskaladığı, bir binanın vurulduğu diğerinin vurulmadığı olur. Bu durumda, gazetecilerin geçişinden hemen sonra bir ikinci saldırının gerçekleştiği görülür. Hangisinin NATO ile irtibat halinde olduğunu belirleyemeyen Muammer Kaddafi, bütün gazetecileri Rixos Otelde toplama ve buradan ancak polis eşliğinde çıkmalarına izin verme kararı alır. Otele Hükümet Sözcüsü Musa İbrahim’in ofisi de taşınır. Ekibi yoğun bir şekilde çalışırken, bütün bilgisayarlar birden korsanlığa uğrar. Veriler ekranda son hızla akar ve klavyeler kilitlenir. Korsanlığa son vermek için güç kaynağını kesmekten başka çare yoktur. Burada da, hangi « gazetecilerin » bu operasyonu düzenlediğini bilmenin imkanı olmaz. Durum böyle olunca Abdullah Senusi, bir Fransız şirketinden satın aldığı bilgisayar programını kullanmaya karar verir. Program, onları stoklayan sunucunun belleğine girerek, açıldığı andan itibaren bir hesaptaki bütün elektronik postaların ele geçirilmesini sağlar. Ortaya çıkan sonuç şaşırtıcıdır. Ruslar, Güney Amerikalılar ve AFP muhabiri hariç, orada bulunan gazetecilerin Fransızlar da dahil hemen hemen tümü, özellikle CIA ve MI6 hesabına çalışan casuslardır. Libya’ya gelmeden önce ve yanlarında getirmedikleri bilgisayarları kullanarak, merkezleriyle ya kayıt dosyaları ya da görev emirlerini içeren elektronik posta yazışmaları yapmışlardır.
Genelde televizyon ekipleri üç ya da dört kişiden oluşur. Ekranda gördüğümüz savaş muhabiri, harekat sahneleri hakkında kendisine istihbarat sağlayan merkezin temsilcisidir. Bunların birçoğu –görünenin aksine sayıca azdırlar-, Libya’ya gelmeden önce Afganistan ve Irak savaşlarında görev yapmışlardır. İki teknisyen görüntü ve ses kaydını sağlarlar. Bunlar genellikle gizli Özel Kuvvetler üyesidirler. Son olarak ABD’li ekiplerde ayrıca aslında görevli bir operasyon ajanı olan bir yapımcı da yer almaktadır.
Genelde fazlasıyla hedef gözetilerek gerçekleştirilen günlük bombardımanlar, kazara « müttefik kurbanların » da yaralanması ya ölmesine neden olur. Bunun dışında, hedeflerin bazıları, fidyecilerin yaptığı gibi ruhları etkilemek ve teslimiyete zorlamak için özellikle acımasızca seçilir.
Siyaset üç otelde yaşanmaktadır: Rehber hariç bütün siyasi yöneticiler, güvenlikleri için Radisson Blue Otelinde bir araya getirilirken; davetliler, daha sonra geçici hükümete ev sahipliği yapacak olan Corinthia Otelde ağırlanırlar; gazeteciler ise kısmen yıkılacak olan Rixos Otelde gözetim altında tutulurlar.
NATO, Napoli’deki Joint Force Command’ta bir gizli toplantı düzenler. Toplantıda Fransa’yı, savaşa karşı çıkan Savunma Bakanı Gérard Longuet değil, Dışişleri Bakanı Alain Juppé temsil eder. 2004 yılında eski Başbakan Juppé, yasadışı yollardan çıkar sağladığı için, Nanterre İstinaf Mahkemesi tarafından tecilli 14 ay hapis ve 1 yıl seçilme hakkından men cezasına çarptırılmıştır. Fazlasıyla yumuşak olan bu karar –Asliye Mahkemesinde 10 yıl seçilme hakkından men cezası almıştı- onu Fransa’dan ayrılmaya ve Québec’te yaşamaya zorlamıştı. Aslında haftalarca Washington’da kalıyordu ve büyük bir hevesle yeni muhafazakar olmuştu. Napoli’deki toplantıya katılımı konusunda yöneltilen bir soruya Alain Juppé’nin ekibi, bakanın bu tarihte tatilde olmasından dolayı toplantıya katılamadığı yanıtını verir.
Fransa, Ulusal Kurtuluş Ordusunu kurmak için Abdülfettah Yunes ve Halife Haftar adlı generalleri seçer. Yunes, Şubat ayına kadar Kaddafi’nin yol arkadaşlarından biriydi. DGSE’nin onu karar değiştirmeye nasıl ikna ettiğini bilmiyoruz. Bu arada, Seyfülislam Kaddafi ile ilişkisini sürdürür. Haftar ise Çad Savaşı sırasında ülkesine ihanet etmiştir. Kaçmaya zorlanıp CIA merkezinin yakınlarında, Langley’e (ABD) yerleşmeden önce, Fransa ve ABD adına faaliyet yürütür. Bu arada Yunes yakalanır, işkence görür, sakatlanır ve Temmuz ayı sonunda öldürülür. Vücudunun bir bölümü kızartılmış ve yenilmiştir. Herkes ne olduğunu bilmiyormuş gibi yapsa da, -Mustafa Abdülcelil’in kendisine kurduğu bir tuzak sonucunda- 17 Şubat Tugayı içerisinde bir araya gelen Abdülhakim Belhac’ın (El Kaide) adamları tarafından infaz edilmiştir.
Napoli toplantısı başlamadan hemen önce, Nicolas Sarkozy tarafından gönderilen bir müzakereci, Trablus’u bir kıçtan takma motor ile terk eder. Artık bu işi bitirme kararı verilmiştir. Tuzak kapanır. Bundan böyle Trablus’a, hava, kara ya da deniz yoluyla girip çıkmak imkansız hale gelecektir. Bu arada Fransız Parlamentosu Libya’ya saldırma izni verir. Kulislerinde ne dolaplar çevrildiğini bilmediğimiz Millet Meclisinde, Sarkozy’cilerin grup başkanı Christian Jacob, ikiyüzlü bir şekilde görevde olan askerleri saygıyla anmaktan utanmaz. « Çoğu henüz çok genç olan bu askerler, ülkemizi ve değerlerimizi korumak için yaşamlarını tehlikeye atarak orada görev yapmaktadırlar. Onlara ne kadar borçlu olduğumuzun bilincindeyiz ve bütün Fransa yaptıkları fedakarlığın değerinin farkındadır ». Askerleri Cumhuriyetçi değerlerin çok uzağında, sadece bir sömürgeci fetih savaşı kapsamında gönderdiklerini ifşa ederek, meslektaşlarının alkışları karşısında « Bingazi’de Fransız bayrağı dalgalanıyor ve bu bizim için çok büyük bir kıvanç kaynağıdır » diye haykırır.
Atlantik Konseyinin NATO’ya BM Güvenlik Konseyinin himayesinin dışına çıkma ve Trablus’u bombalama iznini hiçbir zaman vermeyeceğini arkadaşlarıma anlatırken, Washington İttifakın tüzüğünü ayaklar altına alır. Bir fesad oluşturarak, Napoli’de gizli bir « Savunma Komitesi » toplantısı düzenler. Toplantıya sadece en yakın ülkeler (Fransa, İtalya, Birleşik Krallık, Türkye) ve bölgedeki bazı dostlar (Suudi Arabistan, İsrail, Katar) davet edilir. Birlikte NATO’nun imkanlarını nasıl kullanacaklarını ve Atlantik Konseyini nasıl oldu bittiye getireceklerini belirlerler.
Bu toplantıda alınan kararların dökümü, her birimin hedeflerini belirler. Bunlar arasında, Fransız özel kuvvetlerine beni ortadan kaldırma görevi verilmiştir. Zaten iktidardan düşmesinin hemen ertesi günü, Trablus’ta aranan kişilere –on beş Libyalı ve ben- ilişkin afişler asılır. Yol arkadaşlarımla birlikte, yeni gelen Fransız ve Rus televizyon ekipleri dahil, devletler ve kişiler –aralarında eski ABD Kongre üyesi ve Martin Luther King Jr.’ın eski asistanı Walter E. Fauntroy’un da bulunduğu- sayesinde ağın deliklerinden kurtuluyorum. Fauntroy ülkesine döndüğünde, Fransız ve Danimarka Ordusuna bağlı askerlerin El Kaide’nin yanında Libyalıların başlarını kestiğine bizzat tanık olduğunu anlatacaktır.
Trablus, üç gün süren bir ateş tufanı sonucunda düşer. İtalyan birliklerinin 1911’deki katliamı yeniden canlandırılarak, sivil mi yoksa asker mi olduğu dahi tanımlanamayan yaklaşık 40 000 kişi öldürülmüştür. Kentin kilit kavşak noktalarında bulunan arama noktaları bombalanmış, ardından alçaktan uçan İngiliz helikopterleri sokaklarda bulunan herkesi ayrım gözetmeden taramıştır. Kent gerektiği gibi savunulamamıştır çünkü askeri valisi NATO’dan rüşvet almış ve saldırıdan hemen önce askerlerini evlerine göndermiştir.
Savaş boyunca Muammer Kaddafi, daha önceden yabancı « gazetecilerin » bir araya getirildiği Rixos Otelinin altında yer alan bir sığınağa gizlenir. Gazetecilerin varlığı Koalisyonun hava kuvvetleri silahını kullanmasına engel olur. Dolayısıyla da parkı, İrlandalı Mehdi el-Harati’nın –Türklerin Gazze için Özgürlük Filosu operasyonuna katılan CIA ajanı- komutasındaki ve Fransız özel kuvvetleri tarafından eğitilen El Kaide tugayı kuşatır.
Bozgun kesinleşince, Kaddafi’ler Sirte’ye kaçarlar. Kendi adıma ise, önce İran İslam Cumhuriyetinin beni kurtarmak için gönderdiği Devrim Muhafızlarıyla buluşacak, ardından Uluslararası Göç Örgütü için Çek Cumhuriyeti tarafından kiralanan küçük bir gemiyle Malta’ya kaçacaktım. Gitmeden önce, arkadaşlarım ve ben sırasıyla NATO, Senusi’ler, Müslüman Kardeşler ve El Kaide tarafından aranacaktık. Yolcuların isimleri, iki grup da savaş hatlarından geçişlerine izin versin diye NATO –ki bana ilişkin kanaatini değiştiren- ve Kaddaficiler arasında ortak mutabakatla belirlenmişti. Gemide kendimi Seyfülislam’ın eski metresinin yanı sıra, 16 Şubat 2011’de Bingazi’de, binaların çatısından gösterici ve polislerin üstüne ateş açarak savaşı kışkırtan İtalyan Özel Kuvvetleriyle de birlikte buldum.
Sonuç olarak Sirte’de Rehber, İsraillilerle Çad’a gidişinin pazarlığını yapar. Bu bir tuzaktır. Fransız birlikleri ve El Kaide tarafından yakalanır, işkence ve tecavüze uğrar ve 20 Ekim’de öldürülür.
Silahlarını kılıflarına sokmak niyetinde olmayan Libyalı « devrimcilerin », yani El Kaide’nin, Afganistan’da, ardından da Yugoslavya’da olduğu gibi işleri yeniden yolunda gider.
23- Libyalı savaşçıların Suriye’ye nakli
Henüz Trablus nihai olarak düşmemişken, ABD, Libya Ulusal Geçiş Konseyi ve El Kaide’nin komutanlığındaki memurlarını Corinthia Oteline yönlendirir. Kentte çatışmalar devam ederken ve bomboş sokaklar cesetlerle kaplıyken, otel İngiliz gizli servisinin koruması altına alınır. El Kaide’nin dünyadaki eski 3 numarası Abdülhakim Belhac, başkentin askeri valisi ilan edilir.
Alain Juppé 26 Ağustos tarihli Parisien’e şu açıklamayı yapar: « Bana harekatın bedeli sorulduğunda –Savunma Bakanı günde 1 milyon Euro’dan söz ediyor- bunun aynı zamanda geleceğe yatırım olduğu konusuna dikkat çekiyorum. Altın stoklarını çoğaltan Kaddafi ülkenin kaynaklarına el koydu. Bu para Libya’nın kalkınmasına hizmet etmelidir; müreffeh bir Libya, bölge için denge unsurudur ».
1 Eylül’de, Paris’te düzenlenen bir yıldırım konferans « rejim değişikliğini » harekete geçirir. Bloke edilen 50 milyar doların ondan birinden azı serbest bırakılır. Kalan 100 milyara ise ne olduğu bilinmemektedir.
15 Eylül’de Nicolas Sarkozy, Alain Juppé ve Bernard-Henri Lévy, David Cameron ile birlikte, yüzlerce Fransız ve İngiliz polis ve asker eşliğinde Bingazi’ye giderler. Özenle seçilen 1 500 kişi tarafından görkemli bir şekilde alkışlarla karşılanırlar. Ele geçirdikleri petrolü teslim almaya gelmişlerdir. Cumhurbaşkanı Sarkozy verdiği kısa demeçte Fransa’nın sadece Libya’nın değil ama « liderlerinden kurtulmak isteyecek bütün Arap halklarının » yanında olduğunu duyurdu. Suriye’ye saldırmayı ve çok büyük gaz rezervlerine el koymayı daha şimdiden kafasına koymuştur.
Emir el Tani ellerini ovuşturabilir. Kendi ülkesinde köleliği (Kafala) uygulamasına rağmen, uluslararası basın onu demokrasi savunucusu olarak kutlar. Libya’nın fethi ona yalnızca 20 000 ton silah ve 400 milyon dolara mal olmuştur.
Trablus’ta Libya Arap Cemahiriyesinin devrilmesinden sonra, Bingazi sakinleri kaçamayan siyahileri yakalarlar. Kafeslere konulup hayvanlar gibi teşhir edilirler. Göçer bedevi halklarının, siyahi yerleşikler üzerindeki antik dönem köleci geleneği yeniden canlanır.
Kasım 2011’de, Ban Ki-Mun’un özel temsilcisi ve Uluslararası Af Örgütünün eski genel sekreteri Ian Martin, El Kaide’ye bağlı 1 500 cihatçının gemiyle Türkiye’ye naklini örgütler [5]. Bekar ve silahlı olan bu adamlar, resmi olarak « sığınmacı »dırlar. Trablus’taki görevini bırakmamış olan Abdülhakim Belhac ve Mehdi el-Harati’nin emri altına alınırlar. Türkiye’de gemiden indikten sonra MİT tarafından kiralanan otobüslerle Suriye’deki Cebel el-Zuiya’ya götürülürler. Fransız komutası altında Özgür Suriye Ordusunun ilk birliğini oluştururlar. Belhac, ABC’de çalışan bir İspanyol gazeteci tarafından Suriye’de kimliği ortaya çıkarılınca, Noel’de Libya’ya geri döner. Bunun üzerine Mehdi el-Harati, Suriyeli savaşçıları eğitmek amacıyla Liva el-Umma (Ümmetin Tugayı) adlı bir başka grup oluşturur. Eylül 2012’de bu grup yeniden Özgür Suriye Ordusu’na katılacaktır.
Bu kitap Türkçe olarak bilgisayar versiyonunda bulunmaktadır.
[1] Pour la peau de Kadhafi: Guerres, secrets, mensonges : l’autre histoire (1969-2011), Roumiana Ougartchinska & Rosario Priore, Fayard (2013).
[2] « Obama, la guerre financière et l’élimination de DSK », par Thierry Meyssan, Komsomolskaïa Pravda (Russie) , Réseau Voltaire, 26 mai 2011.
[3] « Le massacre de Sorman », par Thierry Meyssan, Réseau Voltaire, 1er juillet 2011.
[4] « L’ambassadeur Chamov accuse Medvedev de trahison en Libye », Réseau Voltaire, 26 mars 2011.
[5] « La Libye, les bandits-révolutionnaires et l’ONU », par Alexander Mezyaev, Traduction Julia , Strategic Culture Foundation (Russie) , Réseau Voltaire, 17 avril 2012.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter