Covid-19 salgınına verilen siyasi tepkiler Batı demokrasilerindeki şaşırtıcı zaafları ortaya çıkarmaktadır: önyargı ve cehalet. Aksine, Çin ve Küba, gelecekle yüzleşmeye daha yatkın görünmektedir.
Sınırların ve birçok ülkede okulların, üniversitelerin, işletmelerin ve kamu hizmetlerinin aniden kapatılması ile toplantı yasağı toplumları derinden değiştirmektedir. Birkaç ay içinde, artık salgından öncesi gibi olmayacaklardır.
Her şeyden önce bu gerçeklik, Amerika Birleşik Devletleri’nin çevresinde kurulduğu Özgürlük anlayışımızı değiştirmektedir. ABD yorumuna göre –ki bu sadece onların iddiasıdır– özgürlük sınır tanımazdır. Dünyadaki diğer tüm devletler, aksine, Sorumluluk olmadan Özgürlüğün olmadığı ilkesini kabul etmektedirler; dolayısıyla da, sınırlarını tanımlamadan özgürlüğün kullanılamayacağı görüşündedirler. Bugün, ABD kültürünün dünya genelinde belirleyici bir etkisi vardır. Bu etki, salgın ile birlikte tartışılır hale gelmiştir.
Artık tümüyle açık bir toplum olmayacaktır
Filozof Karl Popper’e göre bir toplumdaki özgürlük, o toplumun açıklığıyla ölçülür. İnsanların, malların ve sermayenin serbest dolaşımının, modernliğin ayırt edici özelliği olduğunu söylememize gerek yoktur. Bu bakış açısı, 2015 mülteci krizi sırasında geçerliydi. Elbette, bazıları uzun süredir bu söylemin George Soros gibi vurguncuların en yoksul ülkelerdeki işçileri sömürmesine imkan verdiğine dikkat çekmiştir. Gelecekteki bir küresel uluslarüstü hükümetin yararına bugünden sınırların ve dolayısıyla da devletlerin ortadan kaybolmasını salık vermektedir.
Salgınla mücadele, bize birden devletlerin vatandaşlarını korumak için var olduğunu hatırlattı. Dolayısıyla Covid-19 sonrası dünyada, « sınır tanımayan STK’lar » yavaş yavaş ortadan kaybolmalı ve Thomas Hobbes’in formülüne göre siyasi liberalizmi destekleyenler, devlet olmadan « İnsanın sadece insanın kurdu » olduğunu hatırlamalıdır. Örneğin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin uluslararası hukuk kapsamında bir saçmalık olduğu anlaşılacaktır.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 180 derecelik U dönüşü bu farkındalığı ortaya koymaktadır. Yakın zamana kadar, « popülizmin kaygıları » ile ilişkilendirdiği « milliyetçi cüzam »ı kınıyordu, bugün ortak seferberliğin tek meşru çerçevesi olan Milleti yüceltmektedir.
Kamu yararı
Oliver Cromwell’in travmatik deneyiminden bu yana Anglosakson kültürünün tartıştığı Kamu Yararı kavramı, bir salgından korunmak için şarttır.
Birleşik Krallık’ta Başbakan Boris Johnson, kendi halkı bu tarzı sadece savaş durumunda kabul ettiği için, sağlığı zorunlu kılmak üzere sert önlemler almakta zorluk yaşamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, federal başkan Donald Trump, ülke genelinde halkı evlerine hapsetme emri verme yetkisine sahip değildir, bu konu kesinlikle federal devletlerin yetkisi dahilindedir. Ünlü Stafford Disaster Relief and Emergency Assistance Act da dahil olmak üzere tüm yasal metinleri zorlamak durumunda kalacaktır.
Artık sınırsız girişim özgürlüğü olmayacaktır
Ekonomik alanda, lokantalardan futbol stadyumlarına kadar her türlü işletme otoriter olarak kapatıldıktan sonra, Adam Smith’in « bırakını yapsınlar, bırakınız geçsinler » teorisini izlemek artık mümkün olmayacaktır. Çok kutsal serbest girişime sınır koymak zorunda kalacağız.
Salgınla mücadele bize kamu yararının herhangi bir insan faaliyetinin sorgulanmasını haklı gösterebileceğini hatırlatmıştır.
İşlev bozuklukları
Yine aynı şekilde bu kriz, toplumlarımızdaki işlev bozukluklarının farkına varmamız için de bir fırsat oluşturmaktadır. Örneğin, tüm dünya salgının ilk olarak Çin’de ortaya çıktığının, ancak bu ülkenin virüsü kontrol altına aldığının ve başlangıçta aldığı otoriter önlemleri kaldırdığının bilincindedir. Ancak, Çinlilerin Covid-19’u nasıl yendiğini çok az kişi bilmektedir.
Uluslararası basın, Devlet Başkanı Xi Jinping’in, geçtiğimiz 28 Şubat’ta Kübalı mevkidaşı Miguel Díaz-Canel’e teşekkür ettiğini görmezden geldi. Bu nedenle İnterferon Alfa 2B’nin (İFNrec) oynadığı rolü dile getirmedi. Bununla birlikte, sıtmaya karşı zaten kullanılmakta olan klorokin fosfatın kullanılmasından söz etti. Aşı araştırmalarının geldiği aşama hakkında da hiçbir şey söylenmemektedir. Çin’in insan üzerindeki ilk denemeleri Nisan ayı sonunda gerçekleştirmesi beklenmektedir, Sen Petersburg Aşı ve Serum Araştırma Enstitüsü’nün laboratuarı daha şimdiden beş aşı örneği geliştirmiş durumdadır.
Bu unutkanlıklar büyük haber ajanslarının kendini beğenme hastalığıyla açıklanabilir. « Küresel bir köyde » (Marshall McLuhan) yaşadığımıza inanırken, sadece Batı mikrokozmosundan haberdar edilmekteyiz.
Bu bilgi eksikliğinden aşı ve ilaç konusunda sınırsız rekabete giren Batılı büyük laboratuarlar yararlanmaktadır. Sanki 1980’lere geri dönmüş gibiyiz. 1983’te AIDS olarak tanımlanan bir « eşcinsel pnömonisi » salgını, San Francisco ve New York’taki eşcinsel çevrelerinde bir toplu katliama neden oldu. Avrupa’da ilk kez ortaya çıktığında, Fransa Başbakanı Laurent Fabius, Pasteur Enstitüsü’nün kendi sistemini geliştirmesi ve patentini alması için zaman kazanmak üzere ABD’nin tarama testinin kullanımını erteledi. Büyük paraların döndüğü bu olay, fazladan binlerce kişinin ölümüne yol açtı.
Salgın sonrası jeopolitik
Covid-19’a eşlik eden histeri salgını siyasi haberleri gizlemekte, önüne geçmektedir. Kriz sona erdiğinde ve insanlar yeniden eski ruhlarına kavuştuklarında, dünya çok farklı olabilir. Geçen hafta Pentagon’un, her ikisi de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Suudi Arabistan ve Türkiye’ye yönelttiği varoluşsal tehdidi dile getirmiştik [1]. Bu ülkelerden birinin vereceği yanıt ABD adına her ikisi de çok tehlikeli bahisler olabilecek büyük bir felakete yol açabilir: birincisi için kaya petrolü endüstrisinin çöküşü, ikincisi için ise Rusya ile savaş. Bu tehditler öylesine ciddidir ki, hızlı bir şekilde yanıtlanmaları gerekir ve muhtemelen üç ay beklemeyeceklerdir.
[1] “Suriye’den sonra hangi hedef?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 10 Mart 2020.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter