Washington’un önünde çok az seçenek bulunmaktadır: ülkenin çıkarları değişmese de egemen sınıfınkiler değişmiştir. Bu nedenle Antony Blinken, Başkan Reagan’ın NED’i oluşturmak için Troçkistleri devreye sokmasından beri benimsenen çizgiyi sürdürmek niyetindedir: İnsan haklarına saygı duymadan onu imparatorluğun bir silahı haline getirmek. Geri kalanı için ise Çinlilere kızmaktan kaçınılacak ve sonsuz savaşı sürdürebilmek için Rusya genişletilmiş Orta Doğu’nun dışında tutmaya çalışılacaktır.
Biden Yönetimi ilk Uluslararası İlişkiler faaliyetlerini gerçekleştirdi.
Önce Dışişleri Bakanı Antony Blinken çok sayıda uluslararası toplantıya video konferans ile katılarak muhataplarına her seferinde « Amerika’nın geri döndüğüne » dair güvence veriyor. Nitekim ABD, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere tüm hükümetler arası organizasyonlarda yeniden konumlanıyor.
Birleşmiş Milletler
Başkan Biden göreve gelir gelmez ABD’nin Paris Anlaşması’ndan ve Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilme kararını iptal etti. Kısa süre sonra Anthony Blinken, ülkesinin İnsan Hakları Konseyi’ne katıldığını ve başkanlığına aday olduğunu duyurdu. Dahası, sadece bu haklara saygılı olduğunu düşündüğü devletlerin bu Konseyde yer alması için kampanya yürütüyor.
Bu kararlar birkaç açıklamayı gerektiriyor:
Paris Anlaşması
– ABD’nin Paris Anlaşmasından çekilmesi, İPCC’nin çalışmalarının hiç bilimsel olmadığı, ama siyasi olduğu gerçeğine dayanıyordu, çünkü gerçekte bu, bilimsel danışmanları olan üst düzey yetkililerin katıldığı bir toplantıydı. Elbette pek çok vaat üretildi, ama gerçekte tek bir somut sonuç ortaya çıktı: Chicago Menkul Kıymetler Borsası tarafından yönetilen bir uluslararası kirletme hakkının benimsenmesi. Oysa bu Menkul Kıymetler Borsası, Başkan Yardımcısı Al Gore tarafından kuruldu ve tüzüğü daha sonra başkan olacak Barack Obama tarafından hazırlandı. Trump yönetimi iklimde yaşanan değişiklikleri hiçbir zaman inkar etmedi, ancak örneğin 19. yüzyılda Milutin Milanković tarafından dile getirilen jeofizik teoriyle olduğu gibi, sanayi kaynaklı sera gazı emisyonları yerine başka açıklamaların da mümkün olduğunu savundu.
– ABD’nin Paris anlaşmasına geri dönüşü, ABD’li kaya petrolü ve gazı işçilerini ve şirketlerini kaygılandırdı. Biden Yönetimi, örneğin benzinle çalışan arabaları hızlı bir şekilde yasaklamaya kararlı görünüyor. Bu kararın sadece Amerika Birleşik Devletleri’ndeki istihdam üzerinde değil, aynı zamanda dünyanın en büyük petrol ihracatçısı haline geldiği için dış politikası üzerinde de etkisi olacaktır.
DSÖ
– ABD’nin DSÖ’den çekilmesi kararı, Çin’in bu örgüt içerisinde oynadığı lider rolüyle gerekçelendirilmişti. Bugünkü Genel Müdür Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin (Çin yanlısı) bir üyesidir. BM görevine ek olarak, Tigray isyanına silah sağlamada merkezi bir rol oynamıştır.
– Kovid-19’un Çin’de ortaya çıkıp çıkmadığını araştırmak üzere Wuhan’a giden DSÖ heyetinde, tek ABD’li üye EcoHealth Alliance’ın başkanı Dr. Peter Daszak idi. Oysa bu uzman, Wuhan’daki P4 laboratuvarında koronavirüsler ve yarasalarla ilgili çalışmaları finanse etmiştir. Bu nedenle açıkça hem yargıç ve hem de taraf konumundadır.
İnsan Hakları Konseyi
– ABD’nin İnsan Hakları Konseyi’nden çekilmesi, Trump yönetiminin ikiyüzlülüğünü kınamasının sonucuydu. Aslında Konsey, 2011 yılında ABD tarafından sahte tanıkları dinlemek ve « Kaddafi rejimini » Trablus’un doğusundaki bir bölgeyi bombalamakla suçlamak için kullanıldı; bu asla yaşanmamış bir olaydı. Bu unutulmaz mizansen, Batı’ya Libya halkını korkunç diktatöründen « koruma » yetkisi veren bir kararı kabul eden Güvenlik Konseyi’ne taşınmıştı. Bu propaganda operasyonunun başarılı olduğunu gören çeşitli devletler ve sözde STK’lar, Konseyi bu kez kendi adlarına özellikle de İsrail’e karşı kullanmaya çalıştılar.
– Birleşmiş Milletler, « insan hakları » terimini ABD’nin anladığı anlamda algılamamaktadır. ABD için insan hakları, Devlet Aklına karşı bir korumadır ki bu da işkencenin yasaklanması anlamına gelmektedir. Aksine Birleşmiş Milletler için bu ifade yaşam hakkını, eğitim ve çalışma hakkını vb. da içermektedir. Bu açıdan bakıldığında, Çin’in adalet alanında daha atacağı önemli adımlar olmakla birlikte eğitimde olağanüstü bir sicile sahiptir. Bu nedenle, Washington buna itiraz etse de Konsey’de bulunmayı hak etmektedir.
– Antony Blinken, kısa süre önce « Kaşıkçı içtihadı »nı ilan etti. Muhaliflerinin insan haklarına saygı duymayan yabancı siyasi liderlere artık vize verilmemesi söz konusudur. Ancak ABD devasa bir suikast birimine sahipken ve bazen bunu kendi vatandaşlarına karşı bile kullanırken bu doktrin ne kadar anlamlı olabilir ki?
İran ve Genişletilmiş Orta Doğu’nun geleceği
Biden yönetimi bir taraftan 5 + 1 nükleer anlaşmasına geri dönülmesi için İran ile görüşüyor. William Burns, Jake Sullivan ve Wendy Sherman’ın 9 yıl önce Umman’da Ayetullah Ali Hamaney’in elçileriyle başlattıkları müzakerelere devam edilmesi söz konusudur. Oysa bugün sırasıyla CİA başkanı, ulusal güvenlik danışmanı ve dışişleri bakan yardımcısı oldular.
O dönem Washington için Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı n ortadan kaldırılması ve « sonsuz savaş » (Rumsfeld/Cebrowski stratejisi) kapsamında Şii-Sünni çatışmasının yeniden başlatılması söz konusuydu. Rehber Hamaney için ise kendisine saldırmaya cesaret eden Ahmedinejad’dan kurtulmak ve bölgedeki tüm Şiiler üzerindeki gücünü pekiştirmek söz konusuydu.
Bu müzakereler, 2013 İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin manipüle edilmesi ve İsrail yanlısı Şeyh Hasan Ruhani’nin zaferiyle sonuçlandı. Ruhani göreve başlar başlamaz, Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’i, Dışişleri Bakanı John Kerry ve danışmanı Robert Malley ile görüşmek üzere İsviçre’ye gönderdi. Bu kez mesele, herkesin çoktan bittiğini bildiği İran askeri nükleer meselesinin tanıkların önünde kapatılması söz konusuydu. Ardından Şah Rıza Pehlevi yönetiminde olduğu gibi Orta Doğu’nun jandarmalığı işlevini yeniden üstlenmeye çağrılan İran’ın bölgesel rolü üzerine bir yıl süren gizli ikili müzakereler yürütüldü. Nihayet nükleer anlaşma büyük bir gürültüyle imzalandı.
Ancak Ocak 2017’de Amerikalılar, bu anlaşmayı sorgulayan Donald Trump’ı seçti. Daha sonra Cumhurbaşkanı Ruhani, Şii ve müttefik devletlere (Lübnan, Suriye, Irak ve Azerbaycan) yönelik projesini yayınladı: Devrimin Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in yetkesi altında bu devletleri büyük bir imparatorluk bünyesinde birleştirmek. Dolayısıyla, Biden yönetiminin şimdi bu yeni temel üzerinde müzakere etmesi gerekiyor.
Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri ancak iki rakibi olan Rusya ve Çin ile ne yapacağına karar verdikten sonra kendisini Genişletilmiş Orta Doğu’da konumlandırabilir. Savunma Bakanlığı konuyla ilgili çalışması için bir Komisyon görevlendirdi ve söz konusu komisyon tavsiyelerini Haziran ayında sunacak. O zamana kadar Pentagon 20 yıldır yaptığı şeyi sürdürmek niyetindedir: « sonsuz savaş ». Bu savaşın amacı, bölgedeki herhangi bir direniş olasılığını ortadan kaldırmak ve böylelikle ister dost ister düşman olsun, tüm devlet yapılarını yok etmektir; Ruhani’nin projesinin öncelikli olarak kabul edilmesi söz konusu değildir.
Washington temaslara Kasım ayında, yeni Başkan Biden’ın göreve gelmesinden üç ay önce başladı. Bu tam olarak Trump yönetiminin Rusya’ya yaptığı şeydi ve bu da kendisine Logan Yasası uyarınca dava açılmasına neden oldu. Bu sefer durum farklıdır. Biden yönetimi Washington’da sözü geçen herkes tarafından oybirliğiyle desteklendiği için kovuşturma olmayacaktır.
Ayrıca İran-ABD müzakereleri Doğulu tarzda sürmektedir. Tahran ve Washington birbirlerine baskı yapabilmek için elinde rehin tutmaktadır. Her biri casus ya da sade turistleri yakalamakta ve onları uzun süren soruşturma süresince hapsetmektedir. Batı’da, sürekli psikolojik baskı altında oldukları İran’dan daha iyi muamele gördükleri açıktır.
Başlangıç olarak Washington, İran’a yönelik yaptırımlarını sürdürmektedir, ancak Yemen’de Husilere karşı aldığı yaptırım kararlarını yürürlükten kaldırdı. İran’ın ambargosunu delmesine imkan tanıyan Güney Kore kanalına da göz yumdu. Ama bu yeterli olmadı.
İran, 15-22 Şubat tarihleri arasında, Irak’taki vekilleri aracılığıyla Irak’taki ABD güçlerine ve şirketlerine karşı komando eylemleri başlattı. Bu ülkede Sam Amca’dan daha meşru olduğunu göstermenin bir yolu… İsrailliler ise İran’ı Umman Körfezi’nde şirketlerinden birine ait bir tankerde 25 Şubat’ta patlamaya neden olmakla suçladı.
Dışişleri Bakanı buna Pentagon’u Suriye’deki Şii milisler tarafından kullanılan tesislerini bombalamaya göndererek yanıt verdi; ABD’nin, yetkilileri İran’ın mezhepsel yardımlarından muzdarip olan bu ülkeyi –bugün İran Suriyelilere değil, ama sadece Şii Suriyelilere yardım ediyor– yasadışı olarak işgal ettiğini ve buna alışılması gerektiğini göstermenin bir yolu.
Çin
Amerika Birleşik Devletleri’nin hakim konumu Çin tarafından değil, ama kalkınmasıyla tehdit edilmektedir. Washington, tüm utanmazlığına rağmen, İngiliz tarzı sömürgecilik taslayacak ve Çinlileri açlık günlerine geri gönderecek cesarete sahip değildir. Mantıken kendisi ve « dünyanın fabrikası » arasında rekabet kuralları koyması beklenmelidir. Başkan Trump’ın da gösterdiği gibi bunu yapabilir, ancak artık bunu yapmayacaktır çünkü mevcut egemen sınıf bu eşitsiz ticaretten büyük karlar elde etmektedir. ABD ulusötesi şirketlerini Çin Komünist Partisi ile tanıştırmak için WestExec Advisor danışmanlık şirketini kuran Dışişleri Bakanı Antony Blinken değil mi?
Gerçek şu ki, geriye tek bir seçenek kalıyor: ABD ekonomisinin olabildiğince yavaş batmasına izin vermek ve Çin’in askeri ve siyasi gücünü sınırlı bir etki alanı içinde kontrol altına almak.
Bu nedenle, Başkan Xi ile yaptığı ilk telefon görüşmesinde, Başkan Biden, Tibet, Hong Kong ve hatta Tayvan’ın Çin Halk Cumhuriyeti’ne aidiyetini sorgulamadığına dair güvence verdi. Bununla birlikte, Çin’in Çin Denizi boyunca Avrupa kolonizasyonundan önceki egemenliğini yeniden ele geçirmesine itirazı okuduğunu ima etti. Bu nedenle, Spratly Adaları ve diğer terk edilmiş adacıklar için birbirilerini tehdit etmeye devam edeceklerdir.
Pekin bunlara kulak asmıyor: Giderek ülkenin daha da iç bölgelerine doğru halkını az gelişmişlikten kurtarmaya devam ediyor. Kaplan yarın pençelerini çıkaracaktır, ancak o an geldiğinde yeni İpek Yolları boyunca konuşlanmasını tamamlamış olacaktır. Hiç kimse ona artık dayatmada bulunamayacaktır.
Rusya
Rusların durumu özeldir. Bu halk en kötü yoksunluklara katlanma yeteneğine sahiptir, her zaman yeniden doğmalarına neden olan bir ortak vicdana sahiptir. Zihniyetleri Anglosakson elitlerinin zihniyetiyle uyuşmamaktadır; yaşam standartlarını korumak için hala zulüm yapabilecek durumdadırlar. Birbirine karşıt iki farklı onur anlayışına sahiptir: biri birinin yaptığı şeyden duyduğu gurura, diğeri ise zaferin görkemine dayanır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve Rusya’nın kapitalizme dönüştürülmesinden otuz yıl sonra bile, bu ülke Anglosakson seçkinler için ontolojik bir düşman olarak kabul edilmektedir; ekonomik sistemlerdeki farklılıkların karşıtlıkları için sadece bir bahane olduğunun kanıtıdır bu.
Yani, ne derse desinler, Pentagon subayları Çin ile sadece uzak bir gelecekte savaş öngörmektedir ve bugün itibariyle Rusya ile savaşmaya hazırdır. Biden yönetiminin ilk bombardımanı –yukarıda açıkladığımız gibi– Suriye’ye yönelik oldu. ABD genelkurmayı, « çatışmasızlık » anlaşmaları uyarınca, Rus mevkidaşını saldırı öncesinde bilgilendirdi. Ancak Moskova’nın Şam’ı uyarmak için vakti olmamasından emin olmak için bunu saldırıdan sadece beş dakika önce yaptı. En önemlisi, Rus askerlerini yaralamamak ve hatta öldürmemek için hiçbir önlem almadılar.
Amerika Birleşik Devletleri, Rusya’nın Orta Doğu’ya dönüşünü bir türlü kabullenemiyor; bu geri dönüş « sonsuz savaşı » kısmen felç etmektedir.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter