ABD’ye karşı güç gösterisini seçen Suud hanedanı, onlara bir seçenek bırakmıyor. Washington’un, birkaç varlıklı Bedevinin kendilerine bir şeyleri dikte etmesini kabul etmesi beklenemez, ancak onları hizaya getirmesi beklenebilir. 1975’te, Kral Faysal’a suikast düzenlettirmekten çekinmediler. Bu kez, daha da radikal olmaları beklenebilir.
Suriye’ye karşı savaşında Amerika Birleşik Devletleri tarafından yalnız bırakılmış olan Suudi Arabistan, başarısız olması halinde intihar mı edecek? Aşağıdaki olaylardan hareketle bu sonuca varılabilir:
31 Temmuz 2013 günü Prens Bender bin Sultan Rusya’yı ziyaret etti ve burada sadece mevkidaşı olan istihbarat şefini değil, aynı zamanda Devlet Başkanı Vladimir Putin’i de ziyaret etti. Bu buluşmaya dair iki farklı versiyon anlatılıyor. Suudilere göre Bender, Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri adına konuştu. Moskova’nın Suriye’yi bırakması halinde 15 milyar dolar değerinde Rus silahları satın almayı önerdi. Ruslara göre ise mağrur bir şekilde konuştu; önce Moskova’nın Şam’daki seküler rejimi desteklemeye devam etmesi halinde Soçi Olimpiyatları’nı altüst etmek üzere cihadçıları gönderme tehdidinde bulundu, arkasndan da ona rüşvet vermeyi denedi. Gerçek ne olursa olsun Putin, muhatabının Rusya’yı taciz ettiğini hissetti.
30 Eylül günü Prens Suud El Faysal Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 68. oturumundaki genel tartışma gündemine dahil edildi, ancak İran ve ABD arasındaki ilişkilerin ısınmasına öfkelenen Suudi Dışişleri Bakanı, özür bile dilemeden ayrıldı. Öfke içinde, önceden basılmış konuşmasını delegelere dağıtmayı da reddetti.
11 Ekim günü, Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı ve eski Ortadoğu işlerinden sorumlu bakan yardımcısı Jeffrey Feltman, Lübnanlı bir heyeti kabul etti. Bay Ban adına, fakat muhtemelen daha ziyade Başkan Obama adına konuşan Feltman, “hınç” üzerine kurulu ve değişen bir dünyaya uyum sağlayamayan Suudi dış politikasını mutedil bir dille eleştirdi.
18 Ekim günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 193 devletten 176’sının oyuyla, Suudi Arabistan’ı 1 Ocak 2014’ten itibaren iki yıllığına Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçti. Büyükelçi Abdullah El- Muallimi, “ılımlılığın damgasını vurduğu Suudi politikasının etkililiğini” (a.b.) yansıtan bu zafer nedeniyle kendi devletini kutladı. Ancak bir kaç saat sonra Prens Suud El Faysal Güvenlik Konseyi’nin yetersizlikeri üzerine, Nasırcı tonlar taşıyan bir basın bildirisi yayınladı ve Krallığın bu koltuğu reddettiğini açıkladı. Öne sürülen esas resmi neden Suriye ise de, bakan Filistin meselesini ve Ortadoğu’daki kitle imha silahlarını da eleştirme lüksüne girdi; yani hem İran hem de İsrail’i barışın düşmanları olarak tanımladı. Birleşmiş Milletler’in Suriye politikasının doğrudan doğruya, veto hakkını üç kez kullanmış olan Rusya ve Çin’e meydan okumak anlamına geldiği düşünüldüğünde bu basın bildirisi, her ne kadar şu anda Suudi petrolünün başlıca müşterisi Çin olsa da, Pekin’e yönelik bir saldırıdır. Birleşmiş Milletler’i büyük sıkıntıya düşüren bu gerisin geriye dönüş, Suudi Arabistan’ın Suriye konusundaki “hayal kırıklıklarını” paylaştıklarını söyleyen Türkiye ve Fransa liderleri tarafından şiddetle alkışlandı.
21 Ekim günü Wall Street Journal, Prens Bender bin Sultan’ın Riyad’da görevli Avrupalı diplomatları evine davet ettiğini ortaya çıkardı. Gizli servislerin başkanı burada onlara, Suudilerin İran-ABD yakınlaşması ve ABD’nin Suriye’den askeri olarak çekilmesi karşısında duyduğu öfkeyi anlattı. Aktarıldığına göre misafirlerine, krallığın Amerika’daki yatırımlarını geri çekerek misilleme yapacağını duyurdu. Güvenlik Konseyi’ndeki koltuk meselesine dönen gazete, Prens Bender’e göre açıklamanın Pekin’e karşı değil Washington’a karşı olduğunu belirtti; bu, duruma denk düşmeyecek kadar ilginç bir açıklama.
Bu açıklamaların neden olduğu şüphe ve Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen teskin edici yorumlarla karşı karşıya olan Prens Türki bin Faysal Reuters’a, kişisel hasmı Bender’in sözlerinin krallığı bağladığını ve yeni politikanın sorgulanmayacağını söyledi. Bu nedenle söz konusu olan, yönetici ailenin iki rakip kolu olan Sudayri ve Şuraim arasında bir iktidar bölünmesi değil, ortak görüşlerdir.
Özettle Suudi Arabistan, Temmuz ayında Rusya’ya, iki hafta önce Çin’e ve şimdi de Amerika Birleşik Devletleri’ne saldırmıştır. Krallık, muhtemelen Türkiye ve Fransa’nın lehine olacak şekilde Amerika’daki yatırımları geri çekeceğini açıkladı, ancak hiçbir uzman bunun nasıl mümkün olabileceğini öngöremiyor. Bu davranışa ilişkin olarak iki izahat mümkündür: ya Riyad sorumluluk almadan Washington’un Suriye’deki savaşa devam etmesini sağlamak için öfkeli numarası yapmaktadır ya da Suud ailesi siyasi intiharda bulunmuştur.
İlk hipotez, Prens Bender’in Avrupalı büyükelçilerin huzurunda yaptığı açıklamalarla çelişiyor gibi görünüyor. Eğer el altından ABD için oynamıyor idiyse, müttefiklerine devrim tavsiye etme noktasına kadar gelmekten imtina ederdi.
İkinci hipotez ise Suudi Bedevilerin fetiş hayvanı olan develerin davranışını çağrıştırıyor. Bu hayvanlar, yıllarca hınçlarını taşıyabilmeleri ve bedeli ne olursa olsun intikamlarını almadan huzur bulmamalarıyla meşhurdur.
Ancak, Mart 2013’te John O. Brennan’ın CIA’in başına atanmasından bu yana Suudi Arabistan’ın varlığı mevzubahis. Daha önce Suudi Arabistan’da görev yapmış olan Brennan, selefleri tarafından Riyad’la birlikte hayata geçirilmiş sistemin – uluslararası cihadizmin – ateşli bir karşıtı. Brennan, bu savaşçılar geçmişte Afganistan, Yugoslavya ve Çeçenistan’da iyi işler yaptıysa da, onların sayıca çok arttıklarına ve kontrol edilemez hale geldiklerine inanıyor. Az sayıda Arap aşırıcının Kızıl Ordu’ya rastgele atışlar yapması şeklinde başlayan şey, Fas’tan Çin’e uzanan, son kertede ABD’nin düşmanlarını yenmekten ziyade Suudi toplum modelinin zaferi için çalışan gruplar topluluğuna dönüştü. Zaten 2001’de ABD, El Kaide’yi 11 Eylül saldırıları nedeniyle suçlayarak onu ortadan kaldırmayı düşünmüştü. Ancak Mayıs 2011’deki resmi Usame Bin Ladin suikastıyla beraber, sistemi rehabilite etmeye ve Libya ve Suriye’de ondan geniş ölçüde yararlanmaya karar verdiler. El Kaide olmadan Muammer Kaddafi hiçbir zaman devrilemezdi. Örgütün iki numaralı ismi Abdülhakim Bilhac’ın bugün Trablus askeri valisi olarak bulunması da buna işaret ediyor. Her durumda, John O. Brennan’ın gözünde uluslararası cihadizm düşük seviyelere indirilmeli ve sadece bazı durumlarda CIA’in özel manivelası olarak kullanılmalıdır.
Cihadizm, ordusu Suud hanedanının iki aşiretine itaat eden iki birimi arasında bölünmüş olan Suudi Arabistan’da tek etkin güç olduğu gibi, aynı zamanda bu ülkenin tek hedefidir. Washington artık kendisine petrol satması veya İsrail’le barış davasını savunması için Suudi Arabistan’a ihtiyaç duymuyor. İşte bu yüzden eski neo-con Pentagon planına dönülüyor: "Suudileri Suudi Arabistan’dan atmak”. Bu, Temmuz 2002’de Savunma Bakanlığı Siyasi Konseyi’ne yapılan bir powerpoint sunumunun başlığıydı. Bu proje ülkenin, üçünün birbirinden bağımsız devletler olacağı, ikisinin ise başka devletlere bağlı olacağı beş ayrı ülkeye bölünmesini öngörüyor.
Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı güç gösterisini seçen Suud hanedanı, onlara bir seçenek bırakmıyor. Washington’un, birkaç varlıklı Bedevinin kendilerine bir şeyleri dikte etmesini kabul etmesi beklenemez, ancak onları hizaya getirmesi beklenebilir. 1975’te, Kral Faysal’a suikast düzenlettirmekten çekinmediler. Bu kez, daha da radikal olmaları beklenebilir.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter