ABD başkanı Temmuz ayı sonundan beri, düşüncesiz açıklamalarıyla dünya barışını tehlikeye atan bir yalancı pehlivan görünümü sergiledi. Thierry Meyssan bu açık sözlü açıklamaların arkasında, Donald Trump’ın Kongrenin hemen hemen oybirliğiyle muhalefetine karşın dış politikasında gizlice ısrar ettiğini gösteriyor. Dolayısıyla onun için bir zamanlar « ikili oynamak » ve bugün ise « iletişim kurnazlığı » dedikleri şey söz konusudur. Halen Başkan Cumhuriyetçi Partinin denetimini arkadaşları aracılığıyla ele geçirmeye çalışıyor. Böylece iletişimini aklileştirmek ve anti-emperyalist siyasetini daha da hızlı bir şekilde uygulamaya sokma imkanı bulacaktır.
Trump derin devlete karşı
Son üç ay içerisinde, Donald Trump’ı ABD egemen sınıfıyla karşı karşıya getiren kriz sürekli olarak tırmandı. Kendi saflarından gelen başkana çekinmeden ihanet eden Cumhuriyetçi Parti, Beyaz Saray’a karşı rakibi Demokrat Parti ile ittifak kurdu. Her iki oluşum da, 27 ve 28 Temmuz tarihlerinde Amerika’nın rakiplerini yaptırımlarla zor duruma sokan yasayı (Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act) Kongreye kabul ettirdi. Bununla ne eksik ne fazla, sadece Başkanın dış politika alanındaki ayrıcalıklarından mahrum bırakılması söz konusuydu [1].
Buradaki amacımız bu anlaşmazlıkta taraf olmak değil, ama ABD dış politikasındaki uyumsuzluklar kadar, söz ve eylemler arasındaki devam eden çelişkileri anlamak için onu analiz etmektir.
Barack Obama, yönetimi tarafından destekleniyordu. Dolayısıyla aldığı kararların halkı ve dünya tarafından kabul edilmesini sağlamak için iletişiminden yararlanıyordu. Böylece bir taraftan tasfiye edeceğini söylerken aynı zamanda nükleer silahlarını geliştiriyordu. Müslüman dünyasıyla yeni bir başlangıç (reset) yapacağını v.s. duyururken genişletilmiş Ortadoğu’yu kan revan içinde bıraktı. Donald Trump ise aksine egemen sınıfının elinden ülkesinin kurumlarını geri almayı ve bunları halkın emrine vermeyi denemektedir. Dolayısıyla iletişimini gömlek değiştirir gibi görüş değiştirerek, kaygı ve çelişki ekerek kurmaktadır. Onların gözünden uzakta politikasını sabırla yürütürken muhaliflerini kontrolden çıkmış hareketleriyle oyalamaktadır.
Daha şimdiden unuttuk bile ama Donald Trump Beyaz Saray’a gelir gelmez seçim sırasındaki bazı söylemleriyle uyuşmayan tavırlar almıştı. Öncelinin siyasetinden sistematik olarak ayrılmakla ve uygulamada Kuzey Kore’ye, İran’a, Rusya’ya ve Venezüella’ya çok yumuşak davranmakla suçlanmıştı.
Yorumcular onu güç kullanmaktan aciz olmakla ve güçsüzlüğünden dolayı tecrit politikasını izlemekle suçlamışlardı; 7 Nisan’da Şayrat Üssü’nü (Suriye) 59 adet Tomahawk füzesiyle vurduğunda bu yorumdan vazgeçmişlerdi. Bir süre sonra tekrar suçlamayı sürdüren aynı yorumcular, bu kez ABD’nin düşmanlarının ne kadar tehlikeli olduğunu fark etmesini engelleyen ahlaki göreliliğinin altını çizerek ne kadar güçsüz olduğuna dair suçlamalarını sürdürmüşlerdi.
Kongre’de kendisine karşı neredeyse oybirliğiyle gerçekleştirilen oylama sırasında Başkan’ın yenildiği kabul ediliyordu. Beklenmedik şekilde özel danışmanı Steve Bannon ile yollarını ayırdı ve establishment ile uzlaşıyor görüntüsü vererek sırasıyla Kuzey Kore, Venezüella, Rusya ve İran’a karşı adımlar attı.
8 Ağustos’ta, Pyongyang’a karşı « tehditlerinin » « dünyanın daha önce hiç tanık olmadığı bir ateş, hiddet ve güçle » karşılık bulacağını açıklayarak çok sert tavır alır. Sonrasında nükleer savaş olasılığının çok yakın olduğu hissini uyandıracak şekilde her iki tarafın açıklamalarıyla gerginlik tırmanırken, Japonlar atom bombası sığınaklarına iner ve Guam Adası halkı adayı terk eder.
11 Ağustos’ta Başkan Trump, Venezüella Devlet Başkan Nicolas Maduro’nun « diktatörlüğü » karşısında « askeri seçeneğe » başvurmanın seçenekler içerisinde olduğunu açıklıyordu. Caracas buna, başkanı Venezüella’da Salvador Allende’ye karşı gerçekleştirilen askeri darbe yöntemi benzeri bir rejim değişikliği hazırlığı içerisinde olmakla suçladığı ve ABD vatandaşlarını kendilerine yardım etmeleri çağrısında bulunduğu, New York Times’te verdiği tam sayfa ilanla karşılık veriyordu [2].
31 Ağustos’ta Dışişleri Bakanlığı, çok sayıda diplomatik konutun kapatılması ve ABD’deki personelin sayısının azaltılması talimatıyla Rusya ile bir diplomatik krize neden olur. Karşılıklılık ilkesini uygulayan Rus Dışişleri Bakanlığı ABD diplomatik konutlarını kapattırır ve çok sayıda diplomatı sınırdışı eder.
13 Ekim’de Donald Trump İran’ı dünya çapında terörizmin destekçisi olmakla suçlayan ve önceli Barack Obama’nın müzakere ettiği nükleer mutabakatı sorgulayan bir konuşma yapar. Bu konuşmadan önce Dışişleri Bakanlığı Hizbullah’a karşı aynı yönde suçlamalarda bulunmuştu [3].
Yorumculara göre Donald Trump nihayet doğru yola gelmişti, ama yine aşırıya gitmişti ve beceriksiz davranmaktaydı. Bazıları onun bir akıl hastası olduğunu düşünürken, bazıları daha önce Richard Nixon tarafından uygulamaya konulan « kuduz köpek » stratejisini yeniden üretmesi umudu içerisindeydiler: her şeyi yapmayı göze aldığına inandırarak düşmana korku salmak.
Bu arada somut olarak hiçbir şey değişmedi. Kuzey Kore’ye, Venezüella’ya, Rusya’ya karşı hiçbir şey değişmedi. Ve İran’a karşı da. Aksine Trump’ın cihatçı devletler kurulmasını engellemeye yönelik siyaseti olanca gücüyle sürdürülmektedir. Körfez ülkeleri Musul ve Rakka’da yenilen IŞİD’i desteklemeyi bırakmışlardır. Cihatçılık devlet ölçeğinin altındaki düzeyine yeniden inmektedir. Her şey sanki başkan sadece komedi yapmış ve zaman kazanmış gibi gelişmektedir.
Bannon kartı
Values Voter zirvesi, 13 ila 15 Ekim tarihleri arasında Washington’daki Omni Shoreham Hotel’de gerçekleştirildi. Her yıl düzenlenen bu konferans, egemen basın tarafından ırkçı ve eşcinsel düşmanı olarak nitelenen Hıristiyan aileleri derneklerinin oluşturduğu bir konsorsiyum tarafından düzenlenmektedir. ABD başkanından sonra, çok sayıda konuşmacı derin devlet karşıtı bir zeminde görüşlerini aktardılar. Bazı azılı eşcinsel düşmanı organizatörlerin karşı çıkmasına karşın, Başkan Trump’ın talebi üzerine Steve Bannon da programa dahil edildi. Çünkü Bannon, eşcinsellerin Demokratlar tarafından araçsallaştırılmasına karşı mücadele eden Milo Yiannopulos adlı konuşmacıya halk nezdinde itibar kazandırmıştı.
Söz alan eski Beyaz Saray özel danışmanı, küresel milyarderlerin çıkarlarına karşı tam tekmil bir saldırıya girişti. Her ne kadar egemen basın tarafından aşırı sağcı olarak tanımlansa da Bannon’un süper zenginlerin gelirlerinin % 44’ünün vergilendirilmesi için mücadele verdiğini biliyoruz.
Ona göre ABD’de istihdamın yok edilmesinden ve şirketlerin Çin’e taşınmasından kişisel çıkar elde eden, Hillary Clinton’un akıl hocalığını üstlendiği « yolsuzluk batağındaki ve beceriksiz » seçkinlere karşı suçlamalar yöneltti. Onları Başkan Trump’ı, ailesini ve dostlarını yok etmeye kalkışmakla suçladı. Başkomutanı bir Üçüncü Dünya Savaşına neden olmaksızın ülkeyi yönetmekten aciz olduğunu iddia eden Senatör Bob Corker’i ve bu sabotajı örgütlemekle suçladığı senato çoğunluk lideri Mitch McConnell’i eleştirdi. Irkı, dini ve cinsel tercihi ne olursa olsun eşitlikçi ABD Cumhuriyetinin hizmetinde olan ekonomik milliyetçilik vizyonunu hatırlattı. Cumhuriyetçi Partinin ABD halkına karşı savaş ilan ettiğine göre, bu savaşı kabul ettiğini ve mücadele edeceğini söyleyerek sözlerini tamamladı.
Bannon’un dostları, tüm yerel seçimlerde Cumhuriyetçi Partinin ağır toplarına karşı partinin adayı olabilmek için hemen adlarını listelere kaydettirdiler. Bugüne kadar benzer bir durum hiç yaşanmadığı için, kimse bunu başarıp başarmayacaklarını bilmiyor. Ama kesin olan bir şey var ki bu konferans sırasındaki başarısı Bannon’un yararına olacaktır.
Beyaz Sarayın ikili oyunu
Başkan Trump bir kabine toplantısı sırasında eski danışmanının hayal kırıklıklarını anladığını çünkü Cumhuriyetçi çoğunluğuna karşın « Kongrenin üzerine düşeni yapmadığını » söyledi. Ardından Bannon’u bazı konularda sakinleştireceği yönünde güvence vererek Senatör McConnell ile birlikte görüntü verdi.
Başkan Cumhuriyetçi Partinin yöneticilerinden kurtulmak için eski danışmanının elini güçlendirirken, Kongreyi memnun etmek için saçma sapan açıklamalar yapmaya devam etmektedir.
Artık siyasi yöneticiler arasında değil ama kültürel içerikli bir mücadeleye tanık oluyoruz. Bu mücadele Püriten düşünceyle Cumhuriyetinkini (yani ortak yararın) karşı karşıya getirmektedir [4].
Yabancı bakış açısıyla bu açık sözlü açıklamaların arkasında Donald Trump IŞİD’e karşı faaliyetlerini gizlice sürdürmektedir. İslam Devletinin kaynaklarını kurutmuş ve elinden tüm sermayesini geri almıştır. Cihatçı karşıtı bir örgüt haline getirmek üzere NATO’yu da dönüştürmüştür. IŞİD ortadan kalktıktan sonra diğer cihatçı gruplara karşı mücadele etmeye devam edip etmeyeceğini ve Kuzeybatı Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’daki devlet yapılarını yıkma girişimlerine nasıl tepki göstereceğini şimdilik bilmiyoruz. Çöken İmparatorluğu yeniden Cumhuriyete dönüştürmek için alınacak daha çok yol var.
[1] “ABD derin devleti dünyanın geri kalanına karşı”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı, 1. Ağustos 2017.
[2] “Venezuelan Foreign Ministry Advertisement”, New York Times (ABD), Voltaire İletişim Ağı, 6 Eylül 2017.
[3] “ABD’nin İran’a karşı politikasını ciddiye almalı mıyız?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, El-Vatan (Suriye) , Voltaire İletişim Ağı , 17 Ekim 2017.
[4] “ABD’de reform mu olacak yoksa parçalanacak mı?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 26 Ekim 2016.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter