Üç yıldan beri, Fransa’nın her yanında derin bir itiraz kendini hissettiriyor. Bu itiraz bugüne kadar görülmemiş biçimler kazanmıştır. Cumhuriyetçi ideale bağlılığını vurgularken, siyasi kadroların kurumlara nasıl hizmet ettiğini sorgulamaktadır. Bunun karşısında, Cumhurbaşkanı her aşamasında kullanmaya çalıştığı bir diyalog tarzını taklit etmektedir. Thierry Meyssan’a göre, ülkenin baş düşmanları onu topluluklar halinde bölmek isteyenler değil, ama seçilmiş ve görevlerinin anlamını unutmuş olanlardır.
Birinci dalga
Ekim 2018’de Fransa’da, küçük kasaba ve kırsal bölgelerden fazla yankı uyandırmayan bir protesto hareketi yükseliyordu. Ülkenin liderleri ve medya, daha önce tanımadıkları ve o güne kadar hiç karşılaşmadıkları bir toplumsal sınıfın varlığını şaşkınlıkla keşfettiler: büyük şehirlerden dışlanan ve kamu hizmetlerinin karneye bağlandığı ve toplu taşıma araçlarının mevcut olmadığı bir alan olan « Fransız çölü »ne terk edilen bir küçük burjuvazi.
Bazı yerlerde ayaklanmaya dönüşen protesto, Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için yakıt tüketimini azaltmaya yönelik bir petrol vergisine yapılan artışla tetiklendi. Bu yurttaşlar bu artıştan diğerlerine göre çok daha fazla etkilendiler, çünkü her şeyden uzak yaşıyorlardı ve özel araçlarından başka bir ulaşım seçenekleri bulunmamaktaydı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana dünya ekonomisi yeniden örgütlendi. Yüz milyonlarca istihdam Batı’dan Çin’e taşındı. İşini kaybedenlerin çoğu, daha az maaşlı olan işleri kabul etmek zorunda kaldı. Onlar için çok pahalı hale gelen büyük şehirleri terk etmek ve yakın çevrelerine yerleşmek zorunda kaldılar [1].
Sarı Yelekler, toplumun geri kalanına var olduklarını ve eğer her şeyden önce kendi « ayın sonu » için mücadelelerinde onlara yardım edilmezse, « dünyanın sonu »na karşı mücadeleye katkıda bulunamayacaklarını hatırlatıyorlardı. Başkentteki ofislerinde sıkıntılarını algılamaktan aciz siyasi liderlerin şuursuzluğunu kınadılar [2].
Siyasetçileri, önde gelen yüzlerinden bazılarıyla karşı karşıya getiren ilk siyasi tartışmalar daha da şaşırtıcıydı: siyasetçiler benzinin fiyatını uygun hale getirmeyi amaçlayan sektörel önlemler önerirken, mali küreselleşmenin neden olduğu felaketler hakkında onlara sakin bir şekilde yanıt veriyorlardı. Birinciler şaşkın ve bunalmış görünüyordu, ikinciler ise bir genel bakışa sahip olan tek taraftı. Erk, siyasi kadrolardan seçmenlerine geçmişti.
Medya, egemen sınıfı mutlu edecek şekilde bu oyunbozanları reddetti ve onların yerine aynı zekaya sahip olmadan öfkelerini güçleriyle ifade eden başka göstericileri ikame etti. Halkın çoğunluğu tarafından desteklenen çatışmanın sertleşmesi, olası bir devrim korkusuna neden oldu. Panikleyen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, tüm toplantılarını iptal ederek, on gün boyunca Élysée Sarayının altındaki sığınağına sığındı. İstifa etmeyi düşündü ve geçici olarak görevi üstlenmesi için Senato Başkanını çağırdı. Ancak Senato Başkanı onu reddetti. Aklı başına gelince, çeşitli toplumsal önlemleri duyurmak üzere televizyon ekranlarına çıktı. Ancak, bu desteklerin hiçbiri Sarı Yelekliler ile ilgili değildi çünkü devlet hala kim olduklarını tam olarak bilmiyordu.
Tüm kamuoyu araştırmaları, bu itirazın siyasetin reddi anlamına gelmediğini, aksine kamu yararını yani Cumhuriyet’i (Res Publica) geri getirmek için ortaya konan bir siyasi irade olduğunu ortaya koymaktadır.
Yurttaşlar tamamıyla olmasa da Anayasa’dan memnun olsalar da onun kullanım şeklinden memnun değildirler. İtirazları kurumlara değil, siyasi kadroların bir bütün olarak tavırlarına yöneliktir.
Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron denetimi yeniden ele geçirmek için, biraz 1789 Etats Generaux’larından esinlenerek her beldede bir « Büyük Ulusal Müzakere » düzenlemeye karar verdi. Her yurttaş kendini ifade edebilecektir. Öneriler bir araya getirilecek ve dikkate alınacaktır.
İlk günlerden itibaren, cumhurbaşkanı halkın kendini ifade etmesini denetim altına almaya çabaladı. Söz konusu olan halkın aklına geleni söylemesine izin vermemekti. « Göç », « gebeliğin gönüllü olarak sonlandırılması », « ölüm cezası » ve « herkes için evlilik » gibi konular tartışmaların dışında tutulacaktı. Böylece cumhurbaşkanı « demokrat » olduğunu düşünürken, halka güvenmiyordu.
Tabii ki, tüm gruplar bazı tutkulara kapılabilirler. Fransız Devrimi sırasında Sankülotlar (Baldırıçıplaklar - çn), izleyici sıralarından milletvekillerine hakaret ederek meclislerdeki tartışmaları aksatabildi. Ancak belediye başkanlarının yönettikleri yurttaşları tarafından itilip kakılmalarına izin vereceklerini öne sürebilmemiz için elimizde hiçbir veri yoktur.
« Büyük Ulusal Müzakere »nin düzenlenmesi işi Ulusal Kamu Tartışma Komisyonuna düştü. Oysa bu komisyon her yurttaşın ifade özgürlüğünü teminat altına almayı amaçlarken, cumhurbaşkanı aksine bunun dört temayla sınırlandırılmasını istiyordu: « ekolojik geçiş », « vergilendirme », « demokrasi ve yurttaşlık », « devlet ve kamu hizmetlerinin düzenlenmesi ».
Dolayısıyla komisyona teşekkür edildi ve onun yerine iki bakan ikame edildi. İşsizlik, toplumsal ilişkiler, yaşlıların bakım bağımlılığı, göç ve güvenlik unutulmaya mahkum edildi.
Bunun üzerine cumhurbaşkanı sahneye çıktı. Kendine özel yetkinliğiyle donatılmış bir şekilde, sorulan tüm sorulara yanıt verdiği birkaç televizyon toplantısına katıldı. Yurttaşların kaygılarını dinleme projesinden, iyi yönetildikleri yanıtının verilmesi fikrine geçilmişti.
Üç ay, 10.000 toplantı ve 2.000.000 katkı sonrasında bir rapor hazırlandı ve rafa kaldırıldı. Bu sentezin iddia ettiğinin aksine, « Büyük Ulusal Müzakere »ye katılanların konuşmaları seçilmişlerin avantajları, vergilendirme ve satın alma gücü, yollardaki hız sınırları, kırsal alanların terk edilmesi ve göç üzerine idi. Bu biçem alıştırması herhangi bir derde merhem olmamakla kalmadı, Sarı Yeleklilere cumhurbaşkanının onlarla konuşmak istediğini, ancak onların sesini duymak istemediğini kanıtladı.
Size demokratız dedik ya
« Büyük Ulusal Müzakere » değil, ama gösteriler sırasında çok sayıda Sarı Yelekli Étienne Chouard’a atıfta bulundu [3]. On yıldan beri bu adam, muhataplarına bir Anayasa’nın ancak yurttaşlar tarafından yazıldığında meşru olacağını söyleyerek Fransa’yı bir baştan bir başa dolaştı. Dolayısıyla kura yoluyla bir kurucu meclisin oluşturulmasını ve buradan çıkacak sonucun referanduma sunulmasını önermektedir.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron onlara kura ile belirlenmiş bir meclis, bir « Yurttaş Konvansiyonu » oluşturarak cevap verdi. « Büyük Ulusal Müzakere »nin devamında, ilk günden itibaren uygulamakta olduğu düşüncesinden saptı. Yeni bir Anayasa’nın hazırlanması değil, daha önce dayattığı dört temadan birinin izlenmesi söz konusuydu.
Öte yandan, kura çekmenin bazı toplumsal sınıfların ya da siyasi partilerin ayrıcalıklarını aşmanın bir yolu olduğunu düşünmüyordu. Bu yönteme halk iradesini, kamuoyu yoklama kurumları tarzında daha iyi anlamanın bir yolu olarak yaklaştı. Bu nedenle nüfusu, toplumsal ve mesleki kategorilere ve bölgelere göre böldürttü. Ardından üyeler, katılımcılardan oluşan bir panelde olduğu gibi bu farklı gruplar içerisinden kura ile belirlendi. Bu grupların tanımlaması kamuoyuna açıklanmadı. Bunun dışında, ortaya çıkan sonucun bir anket sonucu gibi olması için, tartışmaların organizasyonu işini, panel düzenlenmesi konusunda uzmanlaşmış bir firmaya emanet etti: bu meclis herhangi bir orijinal öneride bulunmadı, ama kendisine sunulan önerilere öncelik vermekle yetindi.
Böylesi bir süreç bir anketten çok daha kesin olmakla birlikte, üyeleri hiçbir zaman en ufak bir inisiyatifte bulunamadıkları için hiç demokratik değildir. En uzlaşmacı öneriler Parlamento’ya iletilecek veya referandumla Halka sunulacaktır. Oysa on beş yıl önce Fransa’da düzenlenen son referandum çok kötü bir anı bırakmıştır: Halk, yine de vatandaşları önemsemeden başka yollarla sürdürülen hükümet politikasını sansürlemiştir.
Bu yurttaş meclisinin tamamen aldatıcı doğası, üyelerinin referanduma sunmak istemediklerini beyan ettikleri bir öneriyle ortaya çıktı, çünkü temsil etmeleri gereken Halk bunu kesinlikle reddedecekti. Böylece kendilerine sunulan argümanları izleyerek ancak Halkın farklı mantık yürüteceğini bilerek bir öneriyi kabul ettiklerini itiraf etmiş oldular.
Buna ben değil, biliminsanları karar verdi
Covid-19 salgını ortaya çıktığında, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron İngiliz istatistikçi Neil Ferguson eliyle tehlikenin ciddiyetine ikna edildi [4]. Donald Rumsfeld’in eski ekibi tarafından önerilen genelleştirilmiş zorunlu ev hapsi kısıtlamasını uygulayarak halkı korumaya karar verdi [5]. Başkanlığını tartışılmaz olarak gördüğü bir tüzel kişiliğe emanet ettiği bir « Bilim Kurulu »nu oluşturarak kendisine yönelik olası eleştirilerin önüne geçti [6].
Bu düzeneğe karşı tek bir yetkili ses yükseldi: dünyanın en seçkin bulaşıcı hastalık uzmanı doktorlarından Profesör Didier Raoult [7]. Raoult, krizin sonunda meclis komisyonu önünde ifade verdi. Ona göre Neil Ferguson bir sahtekârdır; istifa ettiği Bilim Kurulu, Gilead Science (Donald Rumsfeld’in eski firması) ile çıkar çatışmalarıyla manipüle edildi; acil durumlarda, doktorların görevi deney yapmak değil, tedavi etmektir; doktorların elde ettiği sonuçlar meslek anlayışlarına bağlıdır, Paris’teki hastanelere emanet edilen hastaların ölüm olasılığının Marsilya’dakilere emanet edilen hastalarından üç kat daha olması bu yüzdendir.
Didier Raoult’un görüşleri, tüm çalışmalarını idari ve tıbbi nomenklatura’nın çirkin tepkisine adamış olan medya tarafından analiz edilmedi. Oysa Cumhurbaşkanının, onun hükümetinin ve tıbbi seçkinlerin yetkinliği sorunu, tıbbi seçkinlerin tartışmasız bir üyesi tarafından ortaya konulmuştu.
İkinci dalga
Belediye seçimlerinin ilk turu sağlık krizinin başlangıcında 15 Mart 2020’de gerçekleşti. Sarı Yeleklilerin çoğunlukta olduğu çevre kasabalar ve kırsal bölge, çoğunlukla kendi belediye başkanlarını seçme imkanını elde ettiler. Her zamanki gibi büyük şehirlerde işler daha karmaşıktı. Krizin sonunda 28 Haziran’da bir ikinci tur düzenlendi. Böylece yeni bir adım atılmış oldu.
« Büyük Ulusal Tartışma » ile oyalanan ve « Yurttaş Konvansiyonu »na kayıtsız kalan on seçmenden altısı sandık başına gitmedi.
Bu sessiz protestoyu göz ardı eden medya, azınlık oyunu « çevrecilerin zaferi » şeklinde yorumladı. Oysa « dünyanın sonu » ile mücadele taraftarlarının « ayın sonu » için mücadele verenlerden kesin bir şekilde ayrıldıklarını söylemeleri daha adil olurdu.
Kamuoyu araştırmaları bize yeşil oyların esas olarak kamu görevlilerinin işi olduğunu gösteriyor. Bu tüm devrim öncesi süreçlerde karşılaştığımız bir durumdur: Akıllı insanlar, eğer kendilerini iktidar ile bağlantılı hissediyorlarsa, körleşirler ve gözlerinin önünde olan biteni anlamazlar.
Halklar arasındaki bu bölünmeyi öngörmediği için, tüm büyük şehirlerde demokratik olmasa da bu oylamanın geçerli olması için gerekli yetersayı sağlanamamıştır. Yine de seçmenlerinin sadece beşte biri ya da daha azı tarafından seçilen belediye başkanlarının hiçbiri seçimlerin iptal edilmesini istemedi.
Hiçbir rejim halkının desteği olmadan varlığını sürdüremez. Eğer seçimlere yönelik bu grev Mayıs 2022’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında da tekrarlanırsa, sistemin çökmesi kaçınılmazdır. Siyasi liderlerin hiçbiri bundan kaygı duymuyor gibi.
[1] “Batı kendi çocuklarını nasıl yiyip yutuyor?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Rast Haber (Türkiye) , Voltaire İletişim Ağı , 4 Aralık 2018.
[2] “Çok siyasi bir öfke”, yazan Alain Benajam, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 23 Kasım 2018.
[4] “Covid-19: Neil Ferguson, liberal Lyssenko”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 19 Nisan 2020.
[5] “Covid-19 ve Kızıl Şafak”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 28 Nisan 2020.
[6] “Ortak görüşünüzden bıktık artık!”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 2 Haziran 2020.
[7] Didier Raoult ve ekibinin resmi internet sitesi: Méditerranée infection.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter