İran’ın 20. ve 21. yüzyıllardaki tarihi, ne Batılıların sahip olduğu imajla, ne de İranlıların resmi söylemlerinin anlattığı şeyle uyuşmamaktadır. Tarihsel olarak Çin ile bağlantılı olan ve iki yüzyıldır ABD tarafından büyülenen İran, imparatorluk geçmişinin hatırası ile Ruhullah Humeyni’nin özgürleştirici rüyası arasında çırpınmaktadır. Şiiliğin sadece bir din değil, aynı zamanda siyasi ve askeri bir silah olduğunu kabul ederek, kendisini Şiilerin koruyucusu ya da ezilenlerin kurtarıcısı olarak ilan etmek arasında tereddüt etmektedir. Thierry Meyssan’ın modern İran üzerine yaptığı çalışmayı iki bölüm halinde yayınlıyoruz.
Persler, komşularının topraklarını fethetmek yerine burada yaşayan halkları federasyon halinde birleştirerek büyük imparatorluklar kurdular. Savaşçıdan daha çok iyi birer tüccar olan Persler, Çin’in İpek Yolları boyunca tüm Asya’da bin yıl süresince dillerini kabul ettirdiler. Gününüzde sadece onların konuştukları Farsça, bugün İngilizcenin sahip olduğuna yakın bir statüye sahipti. 16. yüzyılda hükümdarları, Müslüman dünyası içerisinde farklı bir kimlik vererek birleştirmek üzere halkını Şiiliğe dönüştürmeye karar verirler. Bu dini özgüllük Safevi İmparatorluğu’nun temelini oluşturacaktır.
20. yüzyılın başında, ülke İngiliz, Osmanlı ve Rus imparatorluklarının vahşi iştahlarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Nihayetinde, İngilizlerin kasıtlı olarak neden olduğu ve 6 milyon insanı öldüren korkunç bir kıtlığın sonunda, Tahran imparatorluğunu kaybederken, Londra, petrol sahalarını sadece kendi yararına sömürebilmek için 1925’te bir operet hanedanlığını, Pehlevi’leri dayatır. 1951 yılında Başbakan Muhammed Musaddık, Anglo-Persian Oil Company’yi kamulaştırır. Buna öfkelenen Birleşik Krallık ve ABD, Pehlevi hanedanlığını muhafaza ederken onu devirmeyi başarır. Milliyetçilerin taleplerini bastırmak üzere, eski bir Nazi generali olan Fazlullah Zahidi’yi hapisten çıkartarak başbakan olarak dayatırlar ve rejimi zalim bir diktatörlüğe dönüştürürler. Zahidi, yönetici kadroları eski Gestapo subaylarından oluşan (Stay-behind ağı) bir siyasi polis birimi olan SAVAK’ı kurar.
Ne olursa olsun bu serüven maruz kaldığı ekonomik sömürü karşısında Üçüncü Dünyanın bilincinin uyanmasına yol açmıştır. Yerleşimciliğe dayalı Fransız sömürgeciliğinden farklı olarak, İngiliz sömürgeciliği sadece örgütlü bir yağma biçimidir. Bu krizden önce, İngiliz petrol şirketleri sömürdükleri halklara elde ettikleri kârın % 10’undan fazlasını ödemiyorlardı. İngilizler millileştirme sırasında hırsızlık çığlıkları atarken, ABD Musaddık’tan yana tavır alır ve geliri yarı yarıya paylaşma önerisinde bulunur. Bu yeniden dengeleme, İran’ın liderliğinde 20. yüzyıl boyunca tüm dünyada sürecektir.
Yavaş yavaş burjuvazi içerisinde iki ana muhalefet hareketi ortaya çıkacaktır: önce Sovyetler Birliği tarafından desteklenen Komünistler, sonra da filozof Ali Şeriati’nin etrafındaki Üçüncü Dünyacılar. Ama sade yurttaşları uyandırmayı başaran yalnızca din adamı Ruhullah Humeyni olacaktır. Ona göre, Hazreti Hüseyin’in şehitliğine yas tutmak iyidir, ancak örneğini takip etmek ve adaletsizlikle savaşmaktan çok daha iyi bir şeydir; bu, Şii din adamlarının geri kalanı tarafından kafir olarak görülmesine neden olacak olan bir öğretidir. Irak’ta 14 yıl sürgün kaldıktan sonra Jean-Paul Sartre ve Michel Foucault gibi çok sayıda solcu entelektüeli etkilediği Fransa’ya taşınır.
Batılılar Şah Rıza Pehlevi’yi « Ortadoğu’nun jandarması » yaptı. Pehlevi, milliyetçi hareketleri ezmeye özen gösterir. Persepolis’teki bir çadır köyünde, 2.500ncü yıldönümünü Hollywood ihtişamıyla kutladığı ülkesinin geçmiş ihtişamıyla yeniden bağlantı kurmayı hayal etmektedir. 1973’teki petrol şoku sırasında sahip olduğu gücün farkına varır. Bunun üzerine gerçek bir imparatorluk kurma hayalini kurdu ve Suud’lardan yardım talep eder. Suud’lar hemen ABD’yi durumdan haberdar eder ve gözü doymayan müttefik Pehlevi’leri ortadan kaldırma kararı verilir ve yerine ajanlarıyla çevreleyecekleri yaşlı Ayetullah Humeyni (o zamanlar 77 yaşında) getirilir. Ama hepsinden önce, Mİ6 yolu temizler: Komünistler hapse atılırken, yoksulların imamı Lübnanlı Musa Sadr, Libya’ya gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında ortadan kaybolur ve Londra’da Ali Şeriati’ye suikast düzenlenir. Batılılar hasta Şah’ı tedavi görmek üzere birkaç haftalığına ülkesinden ayrılmaya davet ederler.
1 Şubat 1979’da Ayetullah Humeyni muzaffer bir şekilde sürgünden döner. Tahran havaalanı pistine ayak basar basmaz, Şah’a karşı düzenlenen bir gösteri sırasında katledilen 600 kişinin gömüldüğü şehir mezarlığına helikopterle uçar. Herkesi hayrete düşürerek, monarşiye karşı değil, emperyalistleri şiddetle hedef alan bir konuşma yapar. Orduyu artık Batı’ya değil İran halkına hizmet etmeye çağırır. Sömürgeci güçlerin örgütlediği rejim değişikliği kısa süre içerisinde bir devrime dönüşür.
Humeyni, büyük bir okuyucusu olduğu Platon’un Cumhuriyeti’nden esinlenerek İslam’a yabancı bir siyasi rejim olan Velayet-i fakih’i dayatır: buna göre hükümet bir bilgenin rehberliği altına alınacaktır. Daha sonra Batı yanlısı tüm politikacıları teker teker görevden alır. Washington birkaç kez askeri darbe girişiminde bulunarak, daha sonra da eski komünistler, Halkın Mücahitleri eliyle yürüttüğü bir terör kampanyasıyla buna tepki gösterir. Sonuçta, Kuveyt aracılığıyla Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in Irak’ını karşı-devrimci bir güç olarak parayla besler. Batı’nın her iki tarafı da utanmadan desteklediği on yıl süren korkunç bir savaş başlar. İran, silahlanmak üzere İsrail üzerinden ABD silahlarını satın almakta tereddüt etmez (bu « İran-Kontra » olayıdır). Humeyni toplumu dönüştürür. Halkı arasında şehit kültünü ve olağanüstü bir fedakarlık duygusunu geliştirir. Irak, İranlı sivilleri gelişigüzel füzelerle bombaladığında, kitle imha silahlarının İslam görüşüne aykırı olduğunu iddia ederek ordunun da aynı şekilde misilleme yapmasını yasaklar ki bu da savaşın daha da uzamasına yol açar.
Bir milyon ölünün ardından Saddam Hüseyin ve Ruhullah Humeyni, Batı’nın oyununa geldiklerini anlarlar. Bunun üzerine aralarında barış yaparlar. Savaş, başladığı gibi gerekçesiz bir şekilde sona erer. Yaşlı bilge adam, halefi olarak Ayetullah Ali Hamaney’i işaret ederek kısa süre sonra ölür. Sonraki on altı yıl yeniden inşaya ayrılır. Ülke güçsüz düşmüş ve devrim, içi boşalmış bir slogandan ibaret hale gelmiştir. Cuma vaazlarında « Amerika’ya Ölüm! » diye bağırmaya devam edilmektedir ama « Büyük Şeytan » ve « Siyonist rejim » ayrıcalıklı ortak haline gelmiştir. Cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani, daha sonra da Muhammed Hatemi, ekonomiyi petrol gelirinin etrafında düzenlerler. Toplum gevşer ve gelir farklılıkları yeniden derinleşir.
« İran-Kontra olayı » ile silah kaçakçılığıyla servet kazanan Rafsancani, Hamaney’i Devrim Muhafızları’nı Suudiler ile aynı safta ve NATO’nun emirleri altında Bosna-Hersek’e göndermeye ikna eder. Bu arada Hatemi, spekülatör George Soros ile yakın ilişki kurar.
(Sürecek…)
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter