Kovid-19 salgınının başlangıcından itibaren, cerrahi maskenin genel kullanımının bir sağlık ihtiyacını karşılamadığını, ancak arkaik bir davranışı yeniden canlandırdığını vurguladık. Bugün, iki sosyologun bu genelleştirilmiş kullanımın zihinsel etkileri üzerine analizini yayınlıyoruz. Onlara göre maskenin kullanımı, psikiyatrik bozukluklardaki mevcut artışla doğrulayabileceğimiz psikotik davranışları tetikliyor.
Bir bütün olarak maske takma zorunluluğu, « pandemi » yönetiminin simgesidir. Bu kısıtlama tıbbi nitelikli değildir ve bir saçmalığa tanıklık eder. Kendini aynı zamanda bir kanun ve onun yok edilmesi olarak sunan bir emirdir. Siyasetten çıkış eylemine geçiştir.
Maske takma zorunluluğunun nedenleri, o olmadan Kovid’nin sözde « aşırı » ciddiyetinin açık bir işaretinin olmayacağı gerçeği şeklinde özetlenebilir. Maske takmanın merkeziliği, bize sürekli olarak « pandemiyi » hatırlatarak, zorlamanın bizim mahremiyetimize el koyan iktidarın bakışına yerleştirmesidir.
Maske,bilinci « kendini deneyimlemeye » indirger. « Kendinden çıkamama deneyimi [1] » dışsal bir olgu değildir, varoluşumuzun bir parçasını işgal etmez, hayatımızın bizzat kendisi olur.
Yaşanılan şey « Kovidlenmiş »e işaret eder, çünkü sözsüz bir söylemdir, kaydedilemez ve bu yüzden vücut bulmaz. Tüm unutkanlıkları önler ve bastırılamaz. Sürekli olarak yeniden harekete geçirilen maske takma zorunluluğu, travmanın ebedi dönüşüne neden olur.
« Pandemi » söylemi kültüre aykırıdır, bizi « çıplak hayata » hapseder. Taşlaşmamak için her insandaki içine atma yeteneğini tehdit eder. Burada korona maskesi doğrudan insan gerçeğini, daha doğrusu onun « ölüm için varlığını » ortaya koymaktadır.
Bu durumda zorunluluk, « özgürlüğümüzü » koşullandıran ve kendi ve ötekiyle olumsuz bir ilişki kuran yüce yasa haline gelir. Bize hayatımızdan vazgeçmemizi emreder. Ölüm gerçeği artık kültür aracılığıyla aktarılmıyor, tüm varoluşu kapsıyor.
Dolayısıyla, korona maskesi sembolik ile gerçeğin eklemlenmesi değildir. Yani örtünme olmadığı için, maske de değildir. Yunan veya Roma maskesinin aksine yüzü gizlemez, onun yok olmasını sağlar.
Orada maske takmak simgesel bedeni korumanın bir işlevi iken, burada, sosyal ve bireysel bedenin küfrü haline gelir. Antik Yunan maskesi gibi, artık görünen ve görünmeyen arasında bir eklemlenme değildir ve örtülü bir gerçekliğe erişime izin vermemektedir. Korona maskesi tam tersine, ölüm dürtüsünün açığa çıkmasına izin verdiği için Gerçeğin kışkırtmasıdır.
Ölüm dürtüsü, bizzat salgının yapısıdır. Genel ve evrensel olarak, konuşamayanların, infans’ın (Latince çocuk – ç.n.) « fizyolojik sıkıntılarına ve çaresiz öfkesine dayalıdır » [2]. Her türlü özgür iradeyi engeller ve maskenin takılmasının genel kabul görmesini sağlar. Bu dürtü, insanlık durumundan kaçmak olan bir idealin talebi ve dolayısıyla transhümanizme geçişin kabulü haline gelir.
Bir « Gösterme »
DSÖ maske takılmasını bir « gösterme » çerçevesinde önerir [3], oysa aynı zamanda bu düzeneğin virüsü durdurma ve onu takan kişiyi koruma imkanı vermediğini kabul eder. Örgütün bunu önermesinde gördüğü yarar, kendi maskelerini kendilerinin yapması için teşvik edilen ve böylece onların yok edilmesinde aktif rol alan halkların davranışlarını değiştirmesidir.
DSÖ’ne göre maske aynı zamanda « koruyucu » önlemlerin küresel olarak kabul edilmesini teşvik etmeye yönelik « bir bedensel ifade aracı » haline gelmektedir [4]. İktidarın eylemi hastalığı yayma etkisine sahip olsa da maskeyi takmak korunma talebi haline gelir. Maske daha sonra otoriteyle bütünleşir, bu gerçek niteliğini kaybettiren buyruklara boyun eğmeye yönelik bir kişisel inisiyatifin sonucu olması gereken bir katılmadır.
İktidar, « salgını » virüs bulaşmış yaşam kadar korkutucu hale getirir [5]. Bu durumda varlığı, « toplam, geri çevrilemez, öngörülemez ve onarılamaz » bir toplumsal gerçek olarak inşa edilir [6]. Maskenin sürekli olarak takılması felaketin paradigması haline gelir. Onu takanların, onları korumamanın yanı sıra, fiziksel ve psikolojik olarak zayıflatan önlemlerin kendileri tarafından sergilenmesidir. İktidarın söylemine bağlılık, onun sözüne ölümcül bir saplantıdır, köleleştirmenin yükünü ona boyun eğen bireylere kaydıran bir boyun eğme tekniğinden kaynaklanır.
Maskenin takılması üzerinden, daha fazla teslimiyetle kendimizi arındırmamız gereken bir günah olan, hastalığın bulaşmasının bir taşıyıcısı olma suçluluğumuzu taşıyoruz. Halk tarafından fazlasıyla uyulsa da, maskeyi takma emri sürekli olarak tekrarlanmaktadır. Önce bir aşı bulunana kadar hayat kurtaran geçici bir önlem olarak sunulan maske kullanımının, aşılamaya rağmen hala gerekli olacağı anlaşılmaktadır [7].
Korona maskesi, şeffaflık ideolojisinin bir parçasıdır. Gizlediği yüz, ötekinin bakışlarının bir yansıması olarak kaybolur [8]. Kullanıcının içinde yer almaktan kaçınamayacağı açık bir görüntüyü ifade eder. Maske böylelikle şaşkın bakışlarla bir teşhis imkanı verir. Bundan bir ensest ilişki, müstehcen olan iktidardan zevk alma ile bir birleşme ortaya çıkar.
Maske: bir hapsetme tekniği
Tüm dünyada iktidar, mahkumda duyusal yoksunluk durumu yaratmak için F-tipi hapishaneler [9] gibi giderek daha karmaşık tecrit tekniklerini uygulamaya koydu. Tecrit, moderniteyi karakterize eder. Hem toplumda hem de hapishanede vücut bulur. Burada hapsetme tekniği pandemide post-moderniteden ileri gelir. Hapsetme, maskenin takılması veya mesafe önlemleri, yalnızca Kovid bulaşmış bedeni toplumsal bedenden tecrit etmeyi değil, aynı zamanda onu kendisinden ayırmayı da amaçlamaktadır.
Vücudumuza yönelik bugün izlenen tedavi, Guantánamo zindanında kullanılan hapsetme tekniğini hemen akla getiriyor. Bu kamp yeni bir sergilemeyi, eski rejimde ya da kapitalizmin başlangıç yıllarında işe koşulmada olduğu gibi bedenin değil, imgesinin, daha somut olarak beden imgesinin bir olumsuzlamasının sergilemesini başlatıyor.
Mahkumların gözleri saydam olmayan gözlüklerle kapatılmakla kalmadı, burun ve ağızları da cerrahi bir maske ile de kapatıldı. Mahkumun bedenine, ona boyun eğdirmek için değil, onu kendi içinde hapsetmek için el konulur. Başlangıcı ve hepsinden önemlisi sonu yokmuş gibi görülmesi için hiçbir şey mahkumun zihnini hapishaneden uzaklaştırmamalıdır [10].
Süre sınırı olmaksızın verilen hapis cezasının son işlevleri korona maskesinin takılmasında ortaya çıkar. Eldiven ve sürekli tıbbi maske kullanımı, Guantánamo zindanında uygulanan tek ortak prosedür değildir. Her iki durumda da, hem içeride hem de dışarıda hapsetme söz konusudur. Bizi çaresizliğimize hapseder ve bizi psikoz üreten, az ya da çok gelişmiş bir duyusal yoksunluk durumuna götürür. Başkalarından ve kendisinden kopuk olan psikotik, artık sadece virüs ve yetkililerin emirleri ile « iletişim halinde»dir. Maskeli bedenler, tıpkı Guantánamo’daki mahkumların terörle savaşa hayat verdiği gibi, koronavirüse karşı savaşın görünmezliğine bir görünürlük sağlamaktadır.
Psikoz üretimi
Guantánamo’nun görüntüleri üzerinden, seyirci gösteri tarafından « göz deliğinden » izlenir [11]. O, asıl önemli olanın kendisini izlenirken izlemek olan skopik dürtüye yakalanmıştır. Bu edilgenlik, bırakınız yapsınlar, bırakınız göstersinler, bırakınız söylesinler’e ve bunun tadını çıkarmaya katılımdır.
Açıkça kınama olmaksızın Guantánamo’nun görüntülerinin kabulüyle karşılaştırıldığında, « koronavirüse karşı savaş »a katılmak, insanlığımızın terk edilmesinde bir adım daha anlamına gelmektedir.
Söylenene ve gösterilene ulaşma artık sadece edilgen değil, etkendir. Kişi, artık sadece kendisine dışsal gelen görünür bir yönden şaşkına dönmemektedir; kendini yeniden yaratmalı ve pandemi seferberliğiyle etkin bir şekilde bütünleşmeli, bir insan olarak onun yok edilmesinde, bir « insan ötesi » olarak yeniden düzenlemesi sürecinde « işlerlik içerisinde » olmalıdır. « Koronavirüse karşı savaşta » artık bir iç/dış ayrımı yoktur. Bu psikotik kaynaşma, yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda toplumsal yaşam düzeyinde de mevcuttur.
Psikoz üretimi uzun zamandır liderlerimizin ilgi alanı olmuştur. Guantánamo’da uygulanan duyusal yoksunluk teknikleri, iki günde psikotik bireyler üretmeyi mümkün kıldı. Bu teknikler, Quebec Mac Gill Üniversitesi’nden Donald O. Hebb gibi davranış psikologlarının araştırmalarının doğrudan bir uygulamasıydı [12].
« Koronavirüse karşı savaş » ve Guantánamo’da uygulanan işkence uygulamaları gibi deneylerin kapsamında beden, eski rejimdeki gibi kırılmak ya da kapitalist iş örgütlenmesinde olduğu gibi disiplin altına alınmak için değil, ama yok edilmek için esir alınır. Burada, trans hümanizm çerçevesinde yeniden yapılanmaya izin vermesi gereken bir önkoşul söz konusudur.
Gerçeğin esir edilmesi
« Koronavirüse karşı savaş », « terörizmle mücadele »nin ötesine geçiyor. Halkın bir kesimine, bir bölümüne karşı bir çatışma değildir, ama Gerçeği çağırır, yaşama olanağını doğrudan hedef alır. İktidar, tekno-bilim yoluyla, kendisinden sürekli olarak kaçan şeyle rekabet eder.
Maske takmak, gerçek insanı yakalama beklentisidir. Diğerinin artık var olmadığı anlamına gelen, bir ilişkiden kaçınma prosedürünün parçasıdır. Gerçeğin bir parçası ele geçirilir: ilişki arzusu. Bundan böyle maskeyi takanlar sözcüğü değil, kişi haline gelmiş olanın çığlığını taşır. Hem ötekinin reddini ve bunun sonucunu, hem de kendi imhalarını sergilerler.
Korona maskesini takmak, temel hayatta kalma ihtiyaçlarının karşılanmasının dışında kendini gösteren ilişki arzusunun, « simgesel iştahın » kaybına neden olur [13].
« Öteki ile ezeli karşılaşma », dışarısıyla bir bağ kurmak için gerekli yaşam dürtüsü olan bir dürtüsel zorlamadır. Yaşamın tüm düzeylerinde hareket etmesi amaçlanan bu veri, bugün maskenin takılmasıyla tehdit altındadır. Bu, ötekinin reddi, bu « simgesel iştahın », yani bir sosyal bağın oluşumunu garantilemesi gereken ezeli koşulun yıkımına dönüşür. Bir kişi olarak ötekini ve kendini reddinin somutlaşmasıdır. Bu, artık bir hastalığın değil, insan oluşun imkansızlığına ilişkin eskatolojik bir kavrayışın bulaşıcılığının sergilenmesidir.
Babil Kulesi
Genelleştirilmiş maske takma zorunluluğu, sadece kolektif ve bireysel ve devletlerin sınırlarını belirleyen sınırların değil, aynı zamanda bir dışarısı ve bir içerisi ayrımı yoluyla bireysel ve kolektif özne oluşumuna izin veren sınırların çöküşünün de simgesidir.
Maskenin genelleştirilmiş kullanımı ağız tıkacıdır. Herhangi bir tekilliği ortadan kaldırarak ve « dilin yokluğunu, konuşmanın imkansızlığını » dayatarak [14], yeni bir Babil kulesi inşa etmektedir. Bir « kapalı ifadeyi » emreder, çünkü konuşmak için birbirinden ayrılan iki dudak gerekir. Korona maskesi böylece insanlık durumunun « hiç kimsenin diğerlerinden ayırt edilmediği » yeni bir monadik evrenselliğin tesisine imkan tanır.
Sınır, bireysel ve toplumsal tahayyülü oluşturur. Anlam oluşturmayı mümkün kılan şey budur. Burada, pandemide, arabuluculuk işlevi ortadan kalkmış, « toplumun hayali kurumları », sivil toplum kuruluşları işlevsiz hale getirilmiş ve terslerine dönmüşlerdir. Sınır koymak ve iktidarın bütün gücüne karşı bir emniyet mandalı olmak yerine, buyrukları için basit bir aktarım kayışı haline gelirler. Lacan gibi müstehcen olarak nitelendirebileceğimiz, arkaik bir üst benliğin ifadesi olarak gönüllü bir kendini yaralama eylemine indirgenirler [15].
Açıkça tanımlanmış bir karar alma merkezi olmadığında, maske takmak hemen küresel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Siyasi sınırları ortadan kaldırırken, aynı zamanda benlik ve ötekiler arasındaki her türlü sınırı da ortadan kaldırır. « Pandeminin » küreselleşmesi tüm farklılıkları siler, ulus devletin kısmen ortadan kaybolmasını sergiler ve kişiyi yasal ve psişik bir varlık olarak siler. Böylece, her düzeyde, içerisi ve dışarısı arasında bir birleşme, yani halkları ve bireyleri kendi yıkımlarını kabul etmeye yönlendiren genelleştirilmiş bir psikozun tesisi süreci yaşanır.
Bu nedenle, korona maskesinin takılması, ben ve ben olmayan, özne ve nesnenin kayıtsız kalmasına neden olur. Ayırt etme yeteneğinden yoksun olan birey, gerçeği adlandıramaz. Bu kayıtsızlıktan, şeylerin kendileriyle bir kaynaşması ortaya çıkar. Korona maskesi böylece bireyin kendini söylem nesneleriyle tanımladığı şizofrenik bir yapının kurulmasına izin verir. Onun maskesi olur.
Pandemiye « vücut vermek » ya da « anlamsız » olana anlam vermek
Dostoyevski, Karamazov Kardeşler’de bize insanları karakterize eden şeyin, iktidara sunakta bulunmak için varoluşlarının terk edilmesi olduğunu anımsattı [16]. Burada, « pandemi » yönetiminde, halkların feragatı, toplumun hayali kurumlarının ve bunların simgesel düzen ile bağlarının yok edilmesinin sonucudur. Mutlak iktidara karşı bir savunma oluşturan ve toplumsal bağın temeli olan sendika, aile, Kilise, basın, hukukun gücü... gibi kurumlar, bugün sadece devre dışı bırakılmamış, aynı zamanda tepe taklak de edilmişlerdir. Artık bir vücut oluşturmamakta, aksine, toplumun dekorporasyon sürecinden etkilenmekte ve « sağlık savaşında » seferber olmaktadırlar. Bireysel ya da toplumsal beden, psikotik yapıyı karakterize eden, iktidar söyleminin, « mutlak hazzın » damgasını vurduğu bir tenden ibarettir [17].
Korona maskesi, ötekiyle ve kendisiyle bir kopuşa neden olarak bir ikili bölünme gerçekleştirir. Her şeyden önce bir « gösterme »dir. Böylece medya gerçekliği çarpıtmaz, onu üretir [18]. Bir şaşkınlık süreci tesis eder. Dünya daha sonra haz uyandıran bir « gösterme »ye indirgenir [19]. İkincisi, süresi geçtiği için arzulayan bedeni dinlemez. Anlam vermez ama düşünülemezden, anlamsız olandan güç alır.
Böylece anlam ve beden dışı haz bağımlılık yaratır. Tekrarın özdevinimi, kendisini gerçeklik ilkesine dayatır. Bir yineleme düzeneği olarak, ister bireysel ister kolektif olsun, bir öznenin herhangi bir gelişini ortadan kaldırma etkisine sahip olan bir travma hazzı tesis eder. Öteki’nden dışlanan vücut, anatomik gerçekliğine indirgenir ve ölüm dürtüsünün basit bir desteği haline gelir.
Bundan böyle maske takmak, halkın yok edilmesine rıza göstermesidir, silah bırakır gibi bedenlerimizi bırakmanın kabulüdür. « Pandeminin » ortaya çıkabilmesi için bedenin yok olması gerekir.
Aynı zamanda konuşan öznenin ölümüne bir « olumlama » ve iktidar tarafından ele geçirilmenin bir kabulüdür. Maske, hastalığa vücut veren bir işaret görevi görür. Burada bireyler artık bir vücuda sahip değil, « Hepimiz Charlie’yiz » sloganına bağlılıkları sayesinde Charlie Hebdo saldırılarının kurbanlarının vücutları oldukları gibi, şimdi de « pandeminin » vücutlarıdır [20].
« Deneyimlenmiş güvensizlik »: bir haz alma iradesi
« Koronavirüse karşı savaş » bir haz makinesidir. Hukukun ortadan kaldırılmasını temel alarak, şiddet ve kutsal olanı birleştirmektedir. Öteki’den kopuk birey olarak insanlar için temel sorunun özgürlük değil, daha da temel olarak, onların hazları olduğunu bize doğrulamaktadır. Burada artık vücuda eklemlenmez ve kendi kendine döner, psikanalizin yineleme dürtüsü dediği şeyi oluşturur. Süper üst benlikçi komutuyla çağrılan hayati enerjinin kendi aleyhine döndüğü ölümcül bir hazdır.
Bu haz, onu sınırlayabilecek her şeyi reddeden kategorik bir zorunluluk oluşturur. Maskenin genelleştirilmiş kullanımıyla, müstehcen bir sahneleme olur. « Zamanın efendisi [21] » haline gelen virüs, bireylerin gönüllü olarak boyun eğmeleri gereken tek Efendi ve tek Yasaya hayat verir. Bunlar, salgının askerleri, kendi yıkımlarının aktörleri olurlar.
Güvensizlik genelleşir ve ötekiyle birlikte olma imkanını engeller. Artık dilde değiliz, ama yaşanılan şeyde [22], artık « terörizmle mücadele » tarafından geliştirilen « güvensizlik duygusu »nda değil, ama « deneyimlenen güvensizlik » içerisindeyiz. Böylece, korona maskesinin takılması, iktidarın söylemi aracılığıyla, « o kadar yoğun bir duyguya ulaşır ki... birçok kişide gerçek bir “felaket arzusu” yaratır » [23]. Bu duygu, devlet gücünün emirlerine göre kişinin bedenini ve yaşamını sunmasını destekleyen bir haz alma iradesi haline gelir.
Bunu yaparken bilinç düzeyinde bir dönüşüm gerçekleşir. Artık belirli bir nesnenin değil, deneyimlenenin, algının yerini alan bir « özgün verinin » olur. Birey daha sonra dilden salıverilir ve maskenin « şeylerin mutlak pozitifliği » ve « hiçlik [24] » ile meşgul olur. İktidar bakışlarının taşıyıcısı, maskeli şey haline geliriz.
Kendimizi deneyimlediğimizde, düşünemeyiz, çünkü dil araçsallaştırılır, Georges Bataille’ın dediği gibi, basit bir iletişim, « görüş birliği » veya « bulaşma » aracı haline gelir. Onun için iletişim « bir birleşme fikri », kendiliğinden çıkıp ötekiyle kaynaşmaktır [25]. Burada kendini salgın yoluyla deneyimleyen monad, iktidarla görüş birliğine ulaşır ve birleşir.
Ölüm dürtüsünün maskesini düşürmek
Kimlik ilkesinin esas olarak yüzde yer aldığını doğrulayan maske kullanımı, ötekinin herhangi bir kaydını engelleyen obsesif kompülsif bir bozukluk taşıyan asli bir veri olarak sunulur. Bu nedenle, « maske takarak ondan [yüzden] geçici olarak kurtulmak... bireyin olası bir başkalaşımın eşiğini aştığı bir eylem [26] » olduğu görülmektedir.
Yüz, « ölüm için varlığı » perdeliyorsa ve sosyal bağı mümkün kılıyorsa, korona maskesi onu takan kişinin özelliklerini gizleyen bir örtüdür. O « egonun kilidini kaldırır ve dürtünün özgürce dinlerinden boşanmasına izin verir [27] ». İtkisel düzeneğin desteği olarak korona maskesinin takılması, « sağlık » sistemin merkezindedir. İşlevi, simgesel bedenin ayrışması, bizi insan yapan şeyin yok edilmesidir.
Bu « bağları çözme », ölüm itkisini serbest bırakır ve taşıyıcısının kendi kendine zarar vermesine neden olur. Maske takma zorunluluğu sayesinde, bu itki [28] ısrar eder, travma şeklinde kendini tekrar eder, bireysel ve toplumsal bedenleri parçalar.
Artık kendisini ötekinin alanına eklemleyemeyen, yineleme dürtüsü haline gelen bir dekorporasyon, « yaşanmışın akışı [29] » haline gelir. Maske takmak, iktidar söyleminden herhangi bir kopuşu önler ve travmanın ebedi geri dönüşünü sağlar. Her türlü simgeleştirmenin yerini alan bir fetiştir.
Oysa simgeleştirmek, zaten süper üst benlikçi emirle bir mesafe oluşturmak ve « biz » olarak var olmak, insanlığa karşı bu savaşta « tek tek yakalanmayı » reddetmek [30] ve böylece « kolektifin bireyler üzerinden yürüttüğü saldırıya » karşı koymaktır.
[1] Olivier Clain, «Fonder le symbolique? Sur la mort et la loi», Intervention au colloque du CNRS, Actualités du symbolique, 25 octobre 2004, p. 9.
[2] Martine Coeren, « Dansez sur moi, dansez surmoi», Le Bulletin freudien, n° 45, janvier 2005.
[3] OMS, « Conseils sur le port du masque dans le cadre de la COVD-19 : orientations provisoires», 5 juin 2020.
[4] Alexandra Henrion-Caude, « On vous dit tout sur les masques », 26 septembre 2020.
[5] Dictionnaire des risques, sous la direction de Ives Dupont, Armand Colin, 2006, Introduction.
[6] Dictionnaire des risques, Op.cit.
[7] « Malgré les vaccins, il va falloir continuer à porter le masque », Courrier International, 9 décembre 2020.
[8] Tülay Umay, «Tansparence», Solidarités, 9 juin 2009.
[9] « F-tipi » cezaevi, siyasi tutukluların cezaevinde tecrit edilmesi kavramına dayanmaktadır, başka bir deyişle, siyasi tutukluların tutukluluğunun bireysel temelde yeniden düşünülmesidir. Batı’dan esinlenen bu proje, Amerikan hücre tipi modelinden türetilmiştir.
[10] Jean-Claude Paye, L’Emprise de l’image, Editions Yves Michel, 2011, « Guantánamo comme réel de la lutte antiterroriste », pp.140 à 147.
[11] Antonio Quinet, Le plus de regard, Destins de la pulsion scopique, Editions du Champ lacanien, Paris, 2003.
[12] In Un taxi pour l’enfer, film documentaire américain réalisé par Alex Gibney, 2007.
[13] Gracilia C. Crespin, « La vitalité rationnelle du bébé », Yacapa.be, p.9.
[14] Stéphane Zagdanski, « La tour de Babel ».
[15] Martine Coenen, Op. Cit, p.88.
[16] Lire : Jean-Claude Paye, Tülay Umay, « Coronavirus : Une nouvelle inquisition », Mondialisation.ca, 9 décembre 2010.
[17] Didier Moulinier, Dictionnaire de la perversion, L’Harmattan 2002. p.76.
[18] Conférence de Philippe Meirieu, « Les enfants de cinéma » – Rencontre nationale École et cinéma- Octobre 2004.
[19] Jacques Lacan, psikanaliz alanına ilk olarak hukuki kullanımıyla ilişkili olarak haz terimini, yani çıplak mülkiyetinden farklı olarak bir maldan haz duymayı tanıttı. Lacan daha sonra bu Freudcu ölüm dürtüsünü, araçlarda ve bilinçsiz anlam zincirinde ısrar eden bir haz itkisi olarak yeniden tanımlayacaktır. Lacan, bu nedenle, tüm haz meselesini, sözün ve dilin alanı ve işlevinin tam kalbine yerleştirir.
[20] Tülay Umay, « Je suis Bruxelles », Mondialisation.ca, le 1er avril 2016.
[21] Dixit Elio di Rupo, ancien premier ministre belge. Elio Di Rupo: «C’est le virus qui est le maître du temps», L’Avenir, 10 mars 2021.
[22] Johannes Lohmann, « Le rapport de l’homme occidental au langage, conscience et forme inconsciente du dicours », Revue Philosophique de Louvain, quatrième série, Tome 72, n°16, 1974, pp. 721-766,
[23] Dictionnaire des risques, sous la direction de Ives Dupont, Armand Colin, introduction , p.7
[24] Jean-François Courtine, «Réduction, construction et destruction. D’un dialogue à trois: Natorp, Husserl, Heidegger, Archéo-Logique, 2013.
[25] Candy Hoffmann, « Le sacré chez Georges Bataille », Communication, lettres et sciences du langage, Vol.5, n°1, Août 2011, p. 74, Université de Montréal et Université Paris IV-Sorbonne,
[26] David Le Breton, « Masquer », présentation de Le Breton D., Des visages. Essai d’anthropologie, Métailié, Paris, 1992.
[27] Ibidem.
[28] Jean-Jacques Tyszler, « [La pulsion de mort », EPhEP, Cours Histoire et Psychopathologie de J-J.Tyszler, 16octobre 2014.
[29] Jean-François Courtine, Op. Cit., p.574.
[30] Daniel Sibony, «La pandémie corona, petit journal d’idées», Sur et autour de Philippe Sollers, 28 avril 2020.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter