Bu makale,
 (1/3) « Komploculuk ve analiz »
 (2/3) « Basın, örtbas ettiği tarih üzerine yapılan çalışmaları reddetmektedir »

Soru / Demi-Lune Yayınları: Şimdi de sıra dışı bir kitap olan Gözlerimizin önünde’ye gelelim… Kısa ve kolay anlaşılabilir, çok iyi yazılmış, çünkü karmaşık konuları açıklamakta gerçek bir yeteneğe sahipsiniz. Aslında bu kitaba yöneltilebilecek eleştiri, çok fazla yoğun olmasıdır! Sayfa başına neredeyse bir ifşa içermekte ve jeopolitik uzmanı meslektaşlarınızın birçoğu bütün bu bilgileri birkaç kitapta ancak ele alabilirdi. Aslında, Dehşetengiz Hile 2’nin yayınlanmasından bu yana geçen 10 yıllık dönemde gerçekleştirdiğiniz bir iş söz konusudur.

Thierry Meyssan: Dehşetengiz Hile’yi yazdığımda (2002’de), egemen söylem ile tüm dünyanın algıladıkları arasındaki açık çelişkiye tepki gösteriyordum: Bush yönetimi gerçeği söylemiyordu. Basit, kontrol etmesi ve anlaşılması kolay kanıtlarım vardı. Bu bir gazeteci kitabıydı. Ardından Dehşetengiz Hile 2’yi (2006) yazdım, bir doktora tezi yazar gibi. Yüzlerce kaynakçayla birlikte. Geniş halk kitleleri için yazılmış bir araştırmacı kitabıydı. Üçüncü cilt Gözlerimizin önünde (2017), kişisel bir yolculuk olarak sunulan, karar vericilere yönelik bir sentezdir. Bir hükümet analistinin kitabıdır.

Evet, çok fazla bilginin yer aldığı doğrudur, ama bunların hepsi de yararlıdır. Bir olayın ya da diğerinin ayrıntılarıyla sunulması değil, 11 Eylül saldırılarından ve bunu kavrayış tarzımdan beri dünyadaki güç dengelerinin genel görünümünün tanımlanması söz konusudur. Bugüne kadar kimse bu işe girişmedi ve birçoğunun bunu kopyalayacağı muhakkaktır. Daha önceki kitaplarımdan esinlenilerek çok sayıda kitap yayınlandı, bu kitap için de mutlaka yine aynı durum yaşanacaktır.

Soru: Gözlerimizin önünde, önceki kitabınız gibi, döneminin on yıl öncesindedir… Belki de çok erken yayınlandı ve ancak on yıl sonra anlaşılabilir (yani kabul edilebilir) olacaktır, ne dersiniz?

Fransa’da patlak veren isyan tüm Batı’ya yayılacak

Thierry Meyssan: Yeniden bastığınızda, Dehşetengiz Hile 2’yi (2006 İsrail-Lübnan Savaşına ilişkin) bir kez daha okudum. Üzerinden on iki yıl geçmesine karşın güncelliği karşısında hayrete düştüm. Bu İsrail ve Lübnan arasındaki sorunlar hala çözülmemesi gerçeğinden kaynaklanıyor.

Gözlerimizin önünde, tanımladığım çatışma çözümlendiğinde bir klasik haline gelecek. Oysa mali küreselleşme sonuna yaklaşıyor. Fransa’da isyan patlak verdi ve tüm Batı’ya yayılacak. İnsanlar neden yoksullaştıklarını anlamadan kendilerini sefalet içerisinde bulmuşlardır. Bu isyanın artık daha da hızlanması muhtemeldir.

Soru: « Arap Baharları »nın şifresini her biri farklı olan aktörlerin bakış açısıyla 3 parça halinde çözdüğü için yapısı de oldukça özgün: Fransa, Müslüman Kardeşler ve Washington-Londra ekseni.

Thierry Meyssan: Bu yüzden bir « kişisel yolculuk »tan söz ettim.

Olayları ilk önce kamuoyuna açık olan, medyadaki bilgilere dayanarak yorumladım. Ne yazık ki bu, Fransız hükümetinin de olaylara tepki gösterme şekli oldu. Bu aşamada, örneğin Muammer Kaddafi hakkında söylenenleri kelimesi kelimesine almak gibi birçok hata yaptım.

Sonra cihatçı belirsizliğini araştırdım. Görünüşe rağmen çok sağlam bir yapıya sahip olduğunu, tüm liderlerinin (El Kaide’nin, IŞİD’in vs.) aynı örgütten, Müslüman Kardeşler’den geldiğini fark ettim. Uzun yıllar mason olduğum için, referanslarını doğrudan masonluktan alan bu cemaatin işleyişini hızla kavrayabildim. Ayrıca, istihbarat subayı olan Büyükbabam bana MI6’nın gizli cemaatlere karşı olan ilgisini öğretmişti. Bunun üzerine Kardeşler’in tarihini bölgesel ölçekte yeniden okudum. Böylece bildiğimi sandığım her şey altüst oldu.

Sonra tekrar ABD ve İngiltere’nin stratejik kavramları ve yönetsel yapılanması üzerinde çalıştım. Olayların bazı ana hatlarını biliyordum ama bunları birbirine bağlayan kimsenin bilmediği bazı unsurları araştırdım. Örneğin, 2004 yılında İngiliz muhbirlerinden Derek Pasquill tarafından ortaya çıkarılan, Dışişlerinin elektronik postalarına ulaştım. İngiltere’nin Arap Baharları’nı nasıl hazırladığını ve örgütlediğini ortaya koymaktadırlar. Arap Birliği’nin işlevi konusunda Lübnan Cumhurbaşkanı Emile Lahoud gibi farklı aktörlerle röportajlar yaptım. Ya da yine Birleşmiş Milletler’in ülkeye yönelik planını, Suriye Arap Cumhuriyeti hesabına gönüllü olarak analiz ettim. Kısacası, olaylara ilişkin tarihi titizlikle yeniden oluşturdum, bu da olaylara bakışımı bir kez daha altüst etti.

Soru: Ne kadar inanılmaz olsa da, ne yazık ki bütünüyle anlamlı olan tek analiz sizinkisi; ve böylelikle büyük bir sahtekarlık olduğu ortaya çıkan, kelimenin tam anlamıyla siyasi-medyatik müesses düzen tarafından ortak kabul gören anlatımı (Koruma Yükümlülüğü, İnsan Haklarının Savunulması ya da Demokrasi…) parçalamaktadır.

Diğer bilimlerde olduğu gibi, siyaset biliminde de, hipotezlerin ortaya çıkan yeni olgularla yüzleşmesi ve gözden geçirilmesi gerekir

Thierry Meyssan: Siyaset bilimine gerçek bir bilim olarak yaklaşıyorum. Hipotezler sürekli yeni unsurlarla yüzleşmeli ve düzeltilmelidir. Bu nedenle bildiğimizi sandığımızla çelişen unsurları aramalı ve bulmalıyız.

Bugün devlet suçlarını büyük ideallere göre yorumlama yöntemi aptalcadır. Örneğin, bombalayarak bir ülkeye demokrasi getirileceğine inanamaz. Demokrasi halkın gücüdür ve hiçbir durumda yabancı bir devlet tarafından dayatılamaz.

Yaygın kanaatin aksine, neo-muhafazakarlar, Fransa’daki bir başka Troçkist partinin kongresine katılan bir Troçkist partiden gelmedirler. Reagan yönetimine katılmış ve birkaç kez siyasi parti değiştirmiş olsalar da, hala Troçkisttiler, ancak bugünlerde « dünya devrimini » ABD ordusuyla yapmayı düşünmektedirler. Arap Troçkist mevkidaşlarının Batı televizyonlarında boy göstermesini sağlayarak Arap Baharları’nın soldan yedeklenmesini sağladılar.

Halen Venezüella’da şanlı bir şekilde sahneye geri dönmektedirler.

Soru: Kendilerini seçkin aydın olarak niteleyen zeki insanlar bu saçmalıkların peşine nasıl takılabiliyor (ve halen de böyle yapmayı sürdürebiliyor)? Kaddafi ve Beşar Esad, kendi halklarını katletmekte ve işkenceden geçirmekte, on binlerce yabancı savaşçı Suriye’ye akın ederken yaşananlar bir « iç savaş » olarak adlandırılıyor, İslam Devleti vebası ile Esad kolerası arasında tercih, « ılımlı İslamcı » masalı, « nereden ortaya çıktığı belli olmayan » ya da buna seçenek olarak « kaos ortamı yaratmak için tamamen Esad tarafından yaratılan » IŞİD, savaşı kazanmak üzere olan « Esad rejimi » tarafından kimyasal silah kullanımı, « Sezar Raporu » v.b. gibi?

Thierry Meyssan: Öncelikle Muammer Kaddafi ve Beşar Esad yurttaşlarını her zaman korumuştur. Her ne kadar kendisine gölge eden kendi parti üyelerini öldürtmekten çekinmeyen bir şark despotu da olsa, bu aynı zamanda Saddam Hüseyin için de geçerliydi. Bir devlet başkanının halkının nefret ettiği bir işkenceci olması ve iktidarda kalmayı sürdürmesi asla mümkün değildir. Bu şahsiyetlere ilişkin bize yutturulmaya çalışan imaj, Hollywood’un hayal gücünün ürünüdür.

Gerçi haklısınız, bu propaganda tutarsızdır. Farklı dönemlere ait unsurları birbiriyle karıştırmaktadır. Örneğin, « Arap Baharları » bize kendiliğinden gelişen devrimler olarak sunuldu. Ardından bize Suriye’de işlerin yolunda gitmediği ve bir iç savaşa yol açtığı söylendi. Ancak işaret ettiğiniz gibi, o anda sahada on binlerce yabancı savaşçı mevcuttu. Dolayısıyla da bu bir iç savaş olamazdı.

Aslında, aynı yöntem Afganistan, Irak, Libya ya da Yemen’de de kullanıldı. Dolayısıyla Genişletilmiş Ortadoğu’da bir iç savaş salgını olduğu söylenebilir. Oysa bunlar birbirlerinden tamamen farklı ülkelerdir; buradaki toplumların birbiriyle çok az teması vardır.

Soru: Bu durumda, her şeyden önce “fikir yapıcılar” yerine solcu aydınları düşünüyordum... İleri derecede, sürekli tekrarlanan bir tarzda safça davranmaktadırlar, bu yüzden de şüpheli hale geldiler!

Thierry Meyssan: “Sağ” ve “sol” kavramları, çeyrek asır öncesinde sona eren Soğuk Savaş dönemine göndermede bulunuyor. Bugün artık solcu ya da sağcı halk olmadığı gibi, solcu ya da sağcı aydın da yoktur.

Medya tarafından kabul gören birkaç aydın arasında bir sınıf dayanışmasının oluştuğuna tanık oluyoruz. Artık dünyayı anlama değil ama işverenleriyle ortak çıkarlarını savunma arayışındadırlar.

Soru: Dinleyici ya da okuyucu, « Suriye rejimi », « Beşar’ın ordusu », « Şam’ın güçlü adamı » (ya da Bağdat’ın, Tarblus’un, Kremlin’in), « Suriye Ulusal Ordusu » ve « Suriye devlet başkanı » sözcüklerini duyduğunda kaşlarını çatmalı ve derhal nesnel bilgilerle değil, ama propaganda kaynaklı bir söylemle karşı karşıya olduğunu bilmelidir! Yazıişleri böylesine propagandacı bir dili nasıl haklı gösterebilir?

Thierry Meyssan: Fransız ordusunu tanımlamak için birileri « Emmanuel’in ordusu »ndan söz etse ne düşünürdük? Bu dili kullananlar bununla övünmüyorlar.

Soru: Her defasında, aynı propaganda zincirleri, Michel Collon’un dediği gibi aynı medya-yalanları kullanılmaktadır… ve her defasında bu işe yaramaktadır! Bu durum, sahte vahşi haberlerin (kuvözlerden çıkarılan yeni doğanlar, çocuklara işkence yapılması, ojeli tırnakları sökülen kız çocukları, toplu tecavüzler için askerlere dağıtılan viagralar v.b.gibi) bizi fiziksel olarak çok sarsmayı başarması sonucu, her türlü düşünme yeteneğimizi önlemesinden mi kaynaklanıyor?

Thierry Meyssan: Hayır, bundan zevk alıyoruz. Bizler bilmem kaçıncı kez kötü cadı masalını dinleyen çocuklar gibiyiz. Bunun doğru olmadığının ve vahşice olduğunun farkındayız, ama yine de istiyoruz. Ne yazık ki çocuklar bizden daha akıllı: her defasında masal hakikatmiş gibi davranıyoruz.

Soru: Tabii ki, sağda solda gerçeğe ilişkin önemli kırıntılar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Suriye’de kimyasal silah kullanımıyla ilgili ilk suçlama dolayısıyla, unutulmuş bir tarihi gerçeği hatırlamak için internette makaleler yayınlandı: bu silahlar, bölgede İngilizler tarafından yerli halkı bastırmak için kullanılmıştır!

Thierry Meyssan: Batılılar, kimya alanında yirminci yüzyılda sağlanan ilerlemelerden bu yana geniş halk kesimlerine karşı gaz kullandılar: sadece Güney Afrika’ya ilk olarak el atan İngilizler değil, Etiyopya’da İtalyanlar ya da Haiti’de ABD’liler v.s. de aynı şekilde. Merhamet ettikleri için değil, ama bizzat kendileri de zarar görmeden bu silahın büyük ölçekte kullanılmasının zor olmasından dolayı, bunu artık tekrarlamamaya karar verdiler.

Kimyasal silahlar, o dönem Fransa tarafından desteklenen cihatçı bir örgüt olan Özgür Suriye Ordusu tarafından Suriye’ye sokuldu. Örgüt daha çok Libya’daki El-Kaide’den gelen yabancı savaşçılardan oluşuyordu. Bir video görüntüsünde, bu ordu, Nusayrilere karşı sarin gazı kullanacağını açıkladı. Örgüt bunu Nusayrilerin Müslüman olmadığı gerekçesiyle defalarca tekrarlamıştır.

Ülkenin bir parçası olan, Suriye Arap Ordusu, 1960’lı yıllardan kalma kimyasal silah stoklarına sahipti. ABD ve Rusya’nın sorumluluğu altında imha edilen bu stokları hiçbir zaman kullanmadı. İlginç olan şey, herkesin İsrail’in kimyasal silahları yasaklayan uluslararası sözleşmeye imzalamadığını bilmiyor gibi yapmasıdır. Yahudi devleti, 1980’lere kadar, insanları ırklarına göre zehirlemeyi hedefleyen, Nazilere layık bir araştırma programı yürüttü.

Soru: Irak’ın işgalinin arifesinde dünyanın dört bir yanında gerçekleştirilen savaş karşıtı protestoların ardından, bu geniş kapsamlı savaş karşıtı hareketin nereye gittiğini merak etmekten kendimizi alamıyoruz. Kelimenin tam anlamıyla çözülmüş, buharlaşmış gibi görünmektedir. Ancak insanların tamamen kandırıldığına inanmıyorum. Örneğin Sarı Yelekliler hareketi, « çevreci » olarak adlandırılan vergilerin bardağı taşırmasıyla birlikte başlamıştır; fakat göstericilere kulak verdiğimizde, tam tersine bütün küreselleşme sisteminden ve ekonominin malileştirilmesinden tiksindiklerini ve bir bütün olarak bunu reddettiklerini anlıyoruz...

« Arap Baharları » ve « Renkli Devrimler » mizansendirler

Thierry Meyssan: Irak’a yapılan saldırıya karşı oluşan hareket, dünyanın en büyük gösterilerini gerçekleştirdi, Fransa hariç, çünkü Cumhurbaşkanı Chirac bu uluslararası halk hareketinin lideriydi. Bu katliamı engelleyemedi ve Cumhurbaşkanı Chirac başını eğmekte gecikmedi. Olayların devamı, insanların açıkça tavır almasını engelleyecek şekilde, bir iç savaş salgını olarak sunuldu.

Sarı yeleklerin protestoları daha henüz başlangıç aşamasındadır. İlk ay, sizin « yeşil » vergilendirme olarak adlandırdığınız aşırı vergilendirmeye yönelik bir alerjik tepki şeklinde gelişti. Konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Macron’un maliyeyi « yeşillendirme » projesini açıkladığını hatırlayalım. Fakat bu yalnızca dalganın köpüğünden ibarettir. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, kapitalizmin dizginlerini serbest bırakarak refaha kavuşacağımızı düşündüğümüzden bu yana çeyrek asır geçti. Birbirini izleyen uluslararası ve ulusal liderlerimizin hepsi, bedelini bugün keşfettiğimiz bu tercihi kabullendiler: sadece Batı’da orta sınıftan on milyonlarca insan yok oldu.

Bu nedenle Sarı Yelekler hareketi, SSCB’nin çöküşünden bu yana yapılan hataları gidermek için gereken zaman kadar sürecektir. En az on yıl sürecek devrimci bir döneme girmekteyiz.

Bazı insanlar bu isyanın Arap Baharları ile karşılaştırılabilir olup olmadığını merak etmektedir. Tabii ki hayır. Arap Baharları ve renkli devrimler sanal itiraz mizansenleridir. Devrimi, ABD’nin ifadesine göre « piyasa demokrasisini » kurmak için yapmıyoruz, çünkü artık hayatta kalma imkanına sahip değiliz. Renkli devrimler sadece birkaç gün veya hafta sürmektedir ve toplumu değiştirmeden sadece yöneticileri değiştirmeyi mümkün kılmaktadırlar. Gerçek devrimler yıllarca sürer ve çoğu durumda bununla sonuçlansa da illa ki yöneticilerin değiştirmelerine ihtiyaç duymaz. Toplumun örgütlenmesini değiştirmektedirler.

Bugün Sarı Yeleklileri çapulculukla suçluyoruz. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Egemen sınıf toplum paradigmasını değiştirmeyi reddettiği ölçüde, onu şiddete zorlar. Şu an için gördüklerimiz önemli değildir, vandalizm ve yağmalama, öldürme iradesi olmadan gerçekleşen bazı cinayetler. Bununla birlikte, yönetici sınıfın tamamı finansal küreselleşme konusunu ele almayı reddetmektedir. Bunu yaparken toplumu çok büyük ölçekli bir şiddete doğru itmektedir. Yurtdışında yaşananların, Fransa’da hiç gerçekleşemeyeceğini düşünmeyin.

Soru: Donald Trump’ın ABD’nin siyasi ortamında ortaya çıkmasından ve başkanlığa seçilmesinden bu yana, makalelerinizde, onun kim olduğunu ve politikasının ne olduğunu, medyalarımızın tamamının düşündüğünün aksine, bir anlam içerdiğini ortaya koymak için çaba gösteriyorsunuz. Anılan kişinin ABD’nin tanıdığı en kötü başkan olarak gösterildiği, kınandığı ve alay edildiği göz önünde bulundurulduğunda (medya seçkinlerimizin sadece 2 güncel örnekle yetinirken, ne Oğul George Bush’u ne de Reagan’ı hatırlamadığını hatırlatalım), yaptığınızın oldukça cesurca olduğunu belirtmeliyim. Bununla birlikte, söz konusu kişi oldukça kaba ve siyasi inançlarınızla tamamen çelişmektedir: içerisinde yaşadığımız iki kutuplu dünyada « ona karşı olmamanın », « ondan yana olmak » anlamına geldiğinin farkında mısınız?

Thierry Meyssan: Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri Başkanıdır. Amerikalıların ihtiyaçlarına ve onların kültürlerine karşılık gelmektedir. Kuşkusuz tarihini paylaşmadığı Avrupa’da iğrenç bir cumhurbaşkanı olurdu, ama ABD’nin bir asırdan beri başına gelmiş olan en iyi şeydir!

Serveti paylaştırma değil, ama « Amerikan rüyasını » yani herkesin içinde bulunduğu sefaletten çalışarak kurtulma olasılığını yeniden başlatma arayışındadır. Dolayısıyla iç cephede ülkenin imza attığı tüm uluslararası ticaret anlaşmalarını sorgulamakta ve vatandaşları için daha adil ekonomik kurallar oluşturmaya çalışmaktadır. Eş zamanlı olarak, Püritenlerin toplumun tamamına dayattığı bir din ahlakı olan, siyaseten doğruyu yıkmaya çaba harcamaktadır. Son olarak uluslararası alanda, emperyalizmi terk etmek ve hegemonizme geri dönmek istemektedir.

Bu programı üç yıldır gözlemleyen tek Amerikalı olmayan yazar olduğumu düşünüyorum. Herkes onu rakiplerinin ölçütlerine göre yargılamaktadır ve bu nedenle tehlikeli bir aptal olduğu sonucuna varmaktadır, ancak kendi ölçütlerine göre, aksine zeki bir adamdır.

Şimdi, siyasi sınıfta yerleşmiş olmaması nedeniyle, başarılı olması pek mümkün değildir, özellikle Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğu kaybettikten sonra. Bununla birlikte, işgücü piyasasında artık işçi sıkıntısı yaşayan ülkesinin ekonomisini kısa sürede geliştirdi.

Soru: Gerçeklerin ve değerlerin tamamen tersine çevrildiği, Obama’nın Suriye’ye askeri saldırı düzenlemediği için kınandığı ya da Suriye’nin bir askeri üssüne birkaç füze gönderdiği için Trump’ın oybirliğiyle alkışlandığı ve iki Kore arasında diplomatik diyalogu yeniden başlattığı için yuhalandığı bir dünyada yaşadığımızın farkındayız!

Thierry Meyssan: Bundan böyle medyalar için artık eylem değil, görüntü makbuldür. Obama Suriye’de Rusya’ya savaş açmamakta hata yaparken, Trump onlarca Tomahawk ile bir Suriye üssünü bombalarken haklı olabilmektedir. Hiç kimse, eski uçak iskeletlerini tahrip etmeden önce Suriye ordusunun üssü boşaltmasına izin verdiğini dile getirmedi. Aslında, iki ABD başkanı, yürütemeyecekleri savaşları bilmektedirler.

Soru: Gözlerimizin önünde okuyucuları önünde suçumu itiraf etmek istiyorum: sizinle mutabık kalarak, kitabın basılı örnekleri ve sayısal sürümlerinde bir takım isimleri (en fazla yirmi kadar) gizlemeyi seçtik ve bizim için çok ortada olduğu için, bunu, nedenini belirtmeden yaptık. Açıkçası, bu bir hataydı, çünkü bazı okuyucular kitabın « karalandığını » (yani yayıncı, editör ya da gizemli bir otorite tarafından sansürlendiğini) söylediler. Aslında, özellikle bir ya da birden daha fazla dava açılması olasılığının önüne geçmek istedik.

Thierry Meyssan: Evet, internet sitemizde oto sansüre uğrayan bölümleri yayınladım. Bunlar yabancı dildeki basımlarda mevcutturlar.

Yanıldığımızı gözlemliyorum: bahsi geçen kişilerden hiçbiri Voltaire İletişim Ağı’na en ufak bir tekzip göndermedi.

Soru: Karşılıklı anlaşmayla, önümüzdeki haftalarda Gözlerimizin önünde’nin tüm metnini hızlı bir şekilde çevrimiçi hale getirmeye karar verdik, bu önemli kitabı daha çok okuyucuya ulaştırabilmek için. Ve her makale orijinal baskıya dahil olmayan belgelerle (resimler, fotoğraflar, haritalar, videolar vb.) zenginleştirilecektir. Bu, sizi onurlandıran ve takdir edilmesi gereken bir girişimdir... Ama bir yayıncı olarak, tek bir kitabınızın satışının bile, benim yaptığım küçük yazıişleri yapı gibi, çalışmanızın sürdürülebilirliğini sağlamaya yardımcı olduğunu vurgulamalıyım! Bunu söylememiz gerekir: Sınırlı maddi imkânlarla bir direniş çalışması yürütüyoruz.

Thierry Meyssan: 1992’den bu yana, rakiplerimizinkiyle orantılı olmayan imkanlarla, siyasal yaşamın sise boğulmasına karşı mücadele ediyoruz. Açıkçası, Kosova savaşı ve 11 Eylül’den bu yana çok yol kat ettik.

Soru: “Savaşa dayanıklılık” ile ilgili olarak, Voltaire İletişim Ağı’nın pek çok okuyucusu sitedeki “bize bağışta bulunun” bağlantısının neden işe çalışmadığını ve yıllardan beri boş bir sayfaya yönlendirdiğini merak ediyor. Bunun nedenini açıklayabilir misiniz?

Thierry Meyssan: Yedi yıl önce, ABD Hazine Bakanı bizi kara listeye aldı. Fransa’daki banka hesabımız kapatıldı ve Batı dünyasındaki hiçbir banka bize hesap açmayı kabul etmiyor. Daha doğrusu, hesap açmayı denediğimiz tüm ülkelerde, banka bize önce evet dedi, sonra kendi merkez bankası tarafından doğru yola davet edildi ve ardından reddetti. Bugün itibariyle bize para göndermenin imkanı bulunmamaktadır.

Yine de okuyucularımızın parası olmadan çalışmalarımıza devam ettik. Aynı şekilde devletlerin de yardımını reddettik, çünkü bu bizi mecburiyet içerisinde sokardı. Bu yüzden, kıt kanaat geçiniyoruz ve büyük oranda borcumuz oluştu.

Bu kötü durumdan kurtulmamız için okuyucularımızdan yardım istememiz gerekecek. Ancak uzun vadede bu siteyi kendi bütçemizle yürütmeliyiz. Paralı olanı, gazetelerde yayınlanan makalelerimiz ve kitaplarımız, belki de özel raporlar, ücretsiz olandan yani ortak yararın hizmetinde olan politik taahhüdümüzden ayırt etmek zorundayız.

Soru: İnternet kullanıcılarının hayran olacağından ve gelecekte yayınlanacak tüm makaleleri kaçırmayacakların emin olsam da, bize birkaç kelimeyle, kitabınızın neden bu kadar devrimci olduğunu söyleyebilir misiniz?

Thierry Meyssan: Az önce medyanın Obama’yı Rusya’da savaşmadığı için yuhaladığını ve Trump’ı Suriye’yi açıkça bombaladığı için kutladığını söylüyordunuz. Bu sadece serüvenin bir bölümüdür. Bugün barışa adanmış olduğunu sandığımız kurumlar bizzat savaşı örgütlemektedirler.

BM’nin siyasi direktörü tarafından yazılan Suriye’nin kayıtsız şartsız teslim olma planını örnek olarak verdim. Bu metin, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Müttefiklerin Japonlara dayattığı metinden daha ağırdır. Birleşmiş Milletler siyasi direktörü görevden ayrıldığında, Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ortaya koyduklarımı doğruladı.

Demi-Lune Yayınları: Sayın Meyssan bu çok uzun röportaj için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Çeviri
Osman Soysal