2011 yılında Barack Obama ABD Kongresi’nden izin almadan Libya’ya bir müttefik askeri harekâtı başlattı. Geçtiğimiz Ağustos’ta Şam’ın dış mahallelerinden Guta’ya yapılan sarin (gazı) saldırısının ardından 2012 yılında ortaya koyduğu, kimyasal silah kullanımına dair “kırmızı çizginin” aşıldığı iddiası ile Suriye Hükümeti’ni cezalandırmak için bir müttefik hava saldırısı başlatmaya hazırdı. Fakat Obama, planlanan saldırının başlamasına iki gün kala, müdahale için Kongre’nin onayını isteyeceğini açıkladı. Kongre ilgili oturumlara hazırlanırken saldırı ertelendi ve Esat’ın Rusya aracılığıyla kimyasal silahlarını denetime açması teklifinin Obama tarafından kabulüyle tamamen iptal edildi. Obama Libya’ya saldırmaktan hiç çekinmezken neden Suriye’de böyle bir gecikmeyi kabul etti? Yanıt hükümette Kırmızı Çizgi’yi kalınlaştırmaktan yana olanlarla savaşa gitmek için yeterli neden olmadığını ve böyle bir savaşın felaket potansiyeli içerdiğini düşünen askeri liderler arasındaki çatışmada gizli.
Obama’nın fikrindeki değişimin kaynağı İngiltere’de, Wiltshire’de bulunan Porton Down Savunma Laboratuvarı’nda. İngiliz istihbaratı 21 Ağustos’taki saldırıda kullanılan Sarin’den bir örnek almış ve bu örneğin analiziyle Suriye Ordusu’nun kimyasal silah stoğunda bulunduğu bilinen partilerden hiç birinin uyuşmadığını göstermiş. Suriye’ye bu nedenle saldırmanın tutmayacağını, hızla ABD Genelkurmayı’na bildirilmiş. İngilizlerden gelen rapor Pentagon’daki şüpheleri daha da kuvvetlendirmiş; genelkurmay zaten Suriye altyapısına yapılacak kuvvetli bir bombardıman ve roket saldırısının Ortadoğu’da daha geniş kapsamlı bir savaşa neden olabileceği konusunda Obama’yı uyarmaya hazırlanıyormuş. Sonuçta Amerikalı subaylar Başkan’a bir son dakika uyarısı yapmışlar ve onlara göre bu uyarı saldırının iptal edilmesini sağlamış.
Üst düzey komutanlar ve istihbaratçılar arasında aylardır Suriye’nin komşularının, özellikle de Türkiye’nin savaştaki rolü üzerine endişeler vardı. Başbakan Recep Erdoğan’ın diğer İslamcı grupların yanı sıra asi muhalefetin cihatçı bir fraksiyonu olan El Nusra Cephesi’ni desteklediği biliniyordu. Halihazırda günlük istihbarata erişimi olan eski bir ABD istihbarat yetkilisi bana, “Türkiye Hükümeti’nde, Suriye içinde bir sarin saldırısıyla Obama’yı Kırmızı Çizgi tehdidini gerçekleştirmeye zorlayıp Esat’ı sıkıştırmayı düşünen birileri olduğunu biliyorduk” dedi.
Ayrıca Genelkurmay Obama Yönetiminin açıkladığı, “Sarin’e sadece Suriye Ordusu’nun erişimi olduğu” iddiasının yanlış olduğunu biliyordu. ABD ve İngiltere istihbarat kuruluşları Suriye’deki bazı asi birimlerin kimyasal silahlar geliştirdiğinin 2013 baharından beri farkındaydı. 20 Haziran’da ABD Savunma İstihbarat Ajansı (DIA) analizcilerinin DIA Direktör Yardımcısı David Shedd için hazırladıkları beş sayfalık “Konuşma Konuları” başlıklı, çok gizli damgalı brifing notunda El Nusra’nın bir sarin üretim hücresi olduğu ve bu hücrenin faaliyetinin “El kaide’nin 9/11 öncesi çabalarından beri en ileri aşamada bulunduğu” belirtiliyordu. (Bir savunma bakanlığı danışmanına göre ABD istihbaratı El Kaide’nin kimyasal silah üretme çabalarından uzun süredir haberdardı; hâttâ köpeklerle gaz deneylerine dair bir video mevcuttu.) DIA notu şöyle devam ediyordu: “Geçmişteki istihbarat odağı neredeyse tamamen Suriye’nin kimyasal silah stokları üzerindeydi, şimdi El Nusra Cephesi’nin kendi kimyasal silahlarını yapma teşebbüsünü görüyoruz… El Nusra Cephesinin Suriye’deki göreli operatif özgürlüğe sahip grubun kimyasal silah çabalarının gelecekte önlenmesini zorlaştıracağını düşünüyoruz.” Not, çeşitli istihbarat örgütlerinden derlenen gizli belgelerle devam ediyordu: “Türkiye ve Suudi kaynaklı kimyasal yöneticileri yüksek miktarlarda, onlarca kilogram düzeyinde, sarin gazı bileşenleri elde etmeye çalışıyorlar; büyük ihtimalle Suriye’deki yüksek miktarda üretim çabası için kullanılacak.” (Bu DIA notu hakkında bilgi istendiğinde Ulusal İstihbarat Başkanı’nın bir sözcüsü, “Böyle bir not asla istenmedi ya da istihbarat analizcileri tarafından asla yazılmadı” dedi.
Geçen Mayıs’ta El Nusra Cephesi’nin 10′dan fazla militanı Türkiye’nin güneyinde tutuklandığında yerel polis basına iki kilo sarin ele geçtiğini söyledi. 130 sayfalık iddianamede tutuklananlar fünye, havan imalatı için borular, ve sarin için gerekli kimyasal maddeleri satın almaya teşebbüs ile suçlandılar. Tutuklananların beşi kısa süre sonra serbest bırakıldı. Aralarında grubun lideri Haytham Qassab’ın da bulunduğu diğerleri savcının istediği 25 yıllık cezaya rağmen tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı. Bu arada Türk basınında Erdoğan yönetiminin asilerle ilişkisini gizlemeye çalıştığına dair çeşitli iddialar yer aldı. Geçen yaz bir basın toplantısında Türkiye’nin Moskova’daki büyükelçisi Aydın Sezgin tutuklamalara değinmezken gazetecilere ele geçen sarinin aslında antifriz olduğunu söyledi.
DIA notunda ise tutuklamaların El Nusra’nın kimyasal silahlara ulaşımını genişlettiğine dair bir delil olduğu belirtildi. Qassab’ın kendisini bir El Nusra üyesi olarak tanıttığı ve El Nusra’nın askeri üretimden sorumlu emiri Abd-Al-Ghani’ye direkt olarak bağlı olduğu bildirildi. Qassab ve yardımcısı Khalid Ousta’nın birlikte çalıştığı Halit Ünalkaya Zirve Export adlı Türk firmasının bir elemanıydı ve bu firma yüksek miktarda sarin bileşenleri için fiyat çıkartıyordu. Abd-Al-Ghani’nin planı iki yardımcısının “sarin üretimi için kusursuz bir süreç geliştirmesi ve Suriye’ye giderek buradaki gizli bir laboratuvarda yüksek miktarda üretim için diğerlerini eğitmeleriydi”. DIA notunda ayrıca bir ajanın, 2004′ten beri en az yedi farklı kimyasal silah girişimini destekleyen “Bağdat Kimyasal Pazarı”ndan bir bileşen satın alabildiği bilgisi vardı.
2013 Mart ve Nisan aylarındaki bir dizi kimyasal silah saldırısı takip eden bir kaç ay boyunca özel bir BM Suriye Misyonu tarafından araştırıldı. BM’nin Suriye’deki girişimine dair yakın bilgi sahibi bir kişi bana 19 Mart’ta Halep yakınlarındaki Khan Al Assal köyüne yapılan ilk gaz saldırısını Suriye’deki muhalefete bağlayan deliller bulunduğunu söyledi. BM Misyonu Aralık’ta açıkladığı son raporunda en az 19 sivil ve bir Suriye askerinin öldüğünü, bir çok kişinin de yaralandığını bildirdi. Saldırıdan sorumlu tarafın kimliğine karar verme yetkisi yoktu ancak BM’nin işlerini bilen kişi “raportörler kurbanları tedavi eden doktorlar dahil, orada bulunanlarla konuştular. Asilerin gaz kullandığı açıktı. Bu durum halka duyurulmadı, çünkü kimse bilmek istemiyordu.” dedi.
Saldırıların başlamasından aylar önce eski bir üst düzey Savunma Bakanlığı yetkilisi bana DIA’nın kimyasal silahlarla ilişkili malzeme dahil Suriye’deki çatışmaya dair tüm istihbaratı içeren SYRUP adında günlük bir bülten hazırladığını söylemişti. Ancak bahar gelince Beyaz Saray Kurmay Başkanı Denis McDonough’un emriyle bültenin kimyasal silahlarla ilgili bölümü sansürlenmeye başlandı. Eski Savunma Bakanlığı yetkilisi, “Oradaki bir şey, McDonough’un kafasını bozmuştu” dedi. “Bir gün önce çok önemliydi, ardından Mart ve Nisan’daki sarin saldırılarından sonra”-parmaklarını şıklattı-”artık orada yoktu.” Dağıtımın kısıtlanması kararı, genelkurmayın ilk hedefi kimyasal silahların yok edilmesini öngören olası kara istilası planlarının yoğunlaşması esnasında alındı.
Eski istihbarat yetkilisi ABD ulusal güvenlik kurumlarında pek çok kişinin uzun süredir başkanın kırmızı çizgisi konusunda sorun yaşadığını söylüyor. “Genelkurmay Beyaz saraya soruyor, ‘Kırmızı çizgi ne demek? Bunu nasıl askeri emirlere dönüştüreceğiz? Kara birlikleri mi? Topyekün vuruş mu? Sınırlı saldırı mı?’ Tehdidin gerçekleşmesinin nasıl olacağı konusunda askeri istihbaratı işe koştular. Başkan’ın mantık yürütmesi konusunda hiç bir şey öğrenemediler.”
21 Ağustos saldırısının ardından Obama Pentagon’dan bombardıman için hedefler belirlemesini istedi. İstihbarat yetkilisinin söylediğine göre sürecin başlarında, “Beyaz saray Esat rejimi için yeterince acı verici olmadığı gerekçesiyle Genelkurmay’ın belirlediği 35 hedef setini reddetti.” Orijinal hedefler yalnızca askeri mahalleri içeriyordu ve aralarında sivil altyapının hiç bir parçası yoktu. Beyaz Saray’ın baskısıyla ABD saldırısı bir “Canavar Vuruşu”na dönüştü: İki B-52 bombardıman filosu Suriye’ye yakın hava üslerine konuşlandırıldı, donanmanın Tomahawk füzeleri taşıyan denizaltı ve gemileri de vuruş mesafesine getirildi. Eski istihbarat yetkilisinin bana söylediğine göre vurulacak hedeflerin listesi her gün biraz daha uzuyordu: “Pentagon’daki plancılar Suriye’nin roket rampalarına karşı sadece Tomahawk’ları kullanamayacağımızı çünkü savaş başlıklarının yerin çok altında gömülü olduğunu söylediler. Böylece biner kiloluk bombalar taşıyan B-52 filoları da göreve dahil oldu. Sonra hedef belirlemek için kullanılan insansız hava araçlarını ve düşürülen uçakların pilotlarını geri getirmek için arama-kurtarma timlerinin beklemesine ihtiyacımız olacak. İş devasa boyutlara ulaşmıştı. ” Yeni hedef listesi, “Esat’ın sahip olduğu tüm askeri potansiyeli tamamen yok etmeyi” amaçlıyordu. Temel hedefler elektrik şebekelerini, petrol ve gaz depolarını, bilinen bütün lojistik ve silah depolarını, bilinen tüm komuta-kontrol tesislerini ve bilinen tüm askeri ve istihbarat binalarını içeriyordu.
Saldırıda İngiltere ve Fransa da rol oynayacaktı. 29 Ağustos’ta, Parlamento’nun Cameron’un müdahaleye katılma kararını reddettiği gün The Guardian gazetesi Kraliyet Hava Kuvvetlerinin 6 Typhoon avcı uçağının çoktan Kıbrıs’a gönderildiğini, Tomahawk füzeleri fırlatabilen bir denizaltının da görevlendirildiğini yazmıştı. Fransız Hava Kuvvetleri-2011′de Libya’ya yapılan saldırılarda kritik bir rol oynamışlardı- Le Nouvel Observateur’un bildirdiğine göre birkaç Rafale avcı-bombardıman uçağı Amerikalıların saldırısına katılmak üzere François Hollande tarafından görevlendirilmişti. Hedeflerinin Batı Suriye’de olduğu belirtiliyordu.
Ağustos sonunda Başkan Genelkurmay’a saldırı için belirli bir zaman aralığı vermişti. Eski istihbarat yetkilisi, “Esat’ı tamamen nötralize edecek devasa saldırı 2 Eylül Pazartesi’den önce gerçekleşecekti” dedi. Dolayısıyla 31 Ağustos’ta Beyaz Saray’ın Gül Bahçesi’nde yaptığı bir konuşma sırasında Obama’nın saldırıyı durdurduğunu ve konuyu Kongre’ye taşıyacağını açıklaması pek çok kişi için büyük bir sürpriz oldu.
Bu aşamada Obama’nın sadece Suriye ordusunun sarin kullanabileceğine dair varsayımı çözülmeye başlamıştı. Eski istihbarat yetkilisinin bana söylediğine göre 21 Ağustos saldırısından sonraki bir kaç gün içinde Rus askeri istihbaratından ajanlar Ghouta’da kullanılan kimyasalın örneklerini elde etmişlerdi. Analizini yaptılar ve örnekleri İngiliz istihbaratına ilettiler; Porton Down’a gönderilen malzeme buydu. (Porton Down’dan bir sözcü şöyle konuştu: “Birleşik Krallık’ta analizi yapılan bir çok örnekte sinir gazı sarin pozitif çıktı. MI6, istihbarat meselelerinde yorum yapmadığını söyledi.)
Eski istihbarat yetkilisi, örnekleri İngiltere’ye getiren Rus’un “iyi bir kaynak” -erişime ve bilgiye sahip, güvenilirliğini daha önce ispatlamış birisi- olduğunu söyledi. Geçen yıl Suriye’de kimyasal silahların bildirilen ilk kullanımının ardından ABD ve müttefiklerinin istihbarat kurumları “neyin kullanıldığını ve kaynağının kim olduğunu bulmak için çaba gösterdiler” diyen eski istihbarat yetkilisi şunları söyledi: “Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’nun bir bölümü olan veri değişimini kullandık. DIA’nın dayanağı Sovyetler’in ürettiği her parti kimyasal silahın kompozisyonunu bilmekten oluşuyordu. Ancak Esat hükümetinin halihazırda depolarında hangi partilerin olduğunu bilmiyorduk. Şamdaki olayın hemen ardınan Suriye hükümetindeki bir kaynaktan bize hükümetin sahip olduğu partilerin bir listesini vermesini istedik. Bu yüzden aradaki farkı bu kadar çabuk doğruladık..”
Eski istihbarat yetkilisi sürecin baharda bu kadar iyi çalışmadığını, çünkü batı istihbaratının yaptığı çalışmaların “gaz tipini belirlemekte başarısız olduğunu” söyledi: “’Sarin’ kelimesi çıkmadı. Bu konuda çok tartışıldı ancak gazın ne olduğu konusunda fikir birliği elde edilemediğinden Esat’ın Başkan’ın belirlediği kırmızı çizgiyi geçtiğini söyleyemezdiniz.” Eski istihbarat yetkilisi devam etti: “21 Ağustos’ta Suriye muhalefeti açıkça bu durumdan ders almıştı ve daha herhangi bir analiz yapılamadan Suriye ordusunun sarin kullandığını ilan ettiler; basın ve Beyaz Saray da buna atladı. Artık sarin olduğuna göre Esat olmalıydı.”
“Porton Down bulgularını genelkurmaya ileten İngiliz Savunma kadrosu Amerikalılara bir mesaj gönderiyordu” diyen eski istihbarat görevlisine göre Amerikalılar burada kullanılıyordu. (Bu hikâye CIA’den üst düzey bir yetkilinin ağustos sonunda gönderdiği kısa mesajı da anlamlandırıyor: “Mevcut rejimin bir sonucu değildi, İngiltere ve ABD bunu biliyor.”) Artık saldırı sadece bir kaç gün mesafedeydi ve ABD, İngiliz ve Fransız uçakları, gemileri, denizaltıları hazırdı.
Saldırının planlanması ve uygulanması konusunda en üstteki yetkili ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey’di. Eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre krizin başından itibaren genelkurmay yönetimin Esat’ın suçuna dair bulgulara sahip olduğu argümanına şüpheyle yaklaşıyordu. DIA ve diğer istihbarat kurumlarına daha ciddi deliller bulmaları için baskı yapıyorlardı. Eski istihbarat yetkilisi, “Bu aşamada Suriye’nin sarin gazı kullanması imkânsızdı çünkü Esat savaşı kazanıyordu” diyor. Dempsey yaz boyunca kongreyi Suriye’de olası bir ABD askeri harekatının tehlikeleri konusunda uyararak Obama yönetiminde bir çok kişiyi rahatsız etmişti. Geçen Nisan’da Temsilciler Meclisi Dış İşler Komitesi önünde yaptığı konuşmada asilerin ilerlemesi konusunda iyimser bir değerlendirme sunan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ardından Dempsey de Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’ne “Çatışmanın çıkmaza girmesi riski bulunuyor” diyordu.
Eski istihbarat yetkilisi, 21 ağustos’tan sonra Dempsey’in başlangıçtaki görüşünün Esat hükümetinin sarin saldırısından sorumlu olduğunu varsayarak Suriye’ye yapılacak bir ABD vuruşunun askeri açıdan bir gaf olacağı şeklinde belirdiğini söyledi. Porton Down raporu genelkurmayın başkana daha ciddi bir endişe ile gitmesini sağlamıştı; Beyaz Saray’ın istediği vuruş adaletsiz bir saldırganlık eylemi olacaktı. Obama’nın yön değiştirmesini sağlayan genelkurmaydı. Bu ani dönüş konusunda basına söylenen resmi açıklama, başkanın Gül Bahçesinde kendi kurmay başkanı Denis McDonough ile yaptığı bir yürüyüş esnasında yıllardır çatışma içinde olduğu, bölünmüş Kongre’den onay almaya aniden karar verdiği yönündeydi. Eski savunma bakanlığı yetkilisinin bana söylediğine göre başkan pentagon’un sivil idarecilerine saldırının iptal edildiğini, çünkü gerçekleştiği takdirde Ortadoğu’nun alevler içinde kalacağına dair istihbarat bulunduğunu bildirmişti.
Beyaz Saray’daki üst düzey danışmanlar, eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre, Başkan’ın Kongre’ye gitme kararını başlangıçta George W. Bush’un 2002′de Irak’ın işgalinden önceki gambitinin tekrarı olarak görmüşlerdi: “Irak’ta Kitlesel İmha Silahları bulunmadığı anlaşıldığında saldırıya yol veren Kongre ve Beyaz Saray suçu birlikte paylaştılar ve sürekli olarak hatalı istihbarata değindiler. Eğer halihazırdaki Kongre vuruşa onay yönünde oy kullansaydı Beyaz Saray yine kendisine suçortağı bulacaktı- Masif bir saldırıyla Suriye’yi dümdüz ederek başkanın Kırmızı Çizgisinin ciddiyeti ortaya konulacak, kimyasal saldırının ardında Suriye Ordusu’nun bulunmadığı anlaşıldığı takdirde de suç Kongre’yle paylaşılacaktı. Dönüş Kongre’deki Demokrat Partililer için bile sürpriz oldu. Wall Street Journal Eylül’de yayınladığı bir haberde Başkan’ın Gül Bahçesi’ndeki konuşmasından üç gün önce Temsilciler Meclisi’ndeki Demokrat Parti Grup Başkanı Nancy Pelosi’yi arayarak seçenekleri konuştuğunu yazdı. Habere göre Pellosi daha sonra meslektaşlarına Başkan’dan bombardımanı Kongre onayına sunmasını istemediğini söyledi.
Obama’nın Kongre onayı girişimi çabucak bir çıkmaza girdi. Eski istihbarat görevlisi, “Kongre bunun geçip gitmesine izin vermeyecekti” diyordu. Kongre, Irak savaşı yetkilendirmesinden farklı olarak, asli oturumlar yapılacağının bilinmesini istiyordu. Bu noktada, eski istihbarat görevlisine göre, Beyaz Saray’da bir çaresizlik duygusu vardı. Böylece B planı devreye girdi. Bomba saldırısından vazgeçilecekti ve Esad bütün kimyasal silahların BM gözetiminde yok edilmesini onaylayacağı çok taraflı kimyasal silah anlaşmasını imzalamayı kabul edecekti. 9 Eylül’de Londra’daki basın toplantısında Kerry hala bir müdahaleden söz ediyordu: “Harekete geçmemenin riski, harekete geçmenin riskinden daha büyük”. Ama bir gazetecinin, Esad’ın bombalamayı durdurmak için yapabileceği bir şey olup olmadığını sorduğunda Kerry “Şüphesiz” dedi. Gelecek hafta içinde her bir parça kimyasal silahı uluslararası topluma teslim edebilir… Ama O bunu yapmak üzere değildi ve belli ki yapılamazdı da. Ertesi gün New York Times’ın yazdığı gibi, Rusya’nın aracılığında, kısa süre sonra ortaya atılan anlaşma, 2012 yazında Obama ve Putin arasında görüşülmüştü. Saldırı planları rafa kaldırılmış olsa da, yönetim savaş açma gerekçeleri konusunda kamuoyu önündeki değerlendirmelerini değiştirmedi. Eski istihbarat görevlisine göre Beyaz Saray’ın üst yönetiminin hata payına tahammülü yoktu. “Hatalıydık” demeyi göze alamazlardı. (DNI sözcüsü: ‘Esad rejimi, sadece ve sadece Esad rejimi, 21 Ağustos’taki kimyasal silah saldırısından sorumlu olabilir.” dedi.)
*
Suriye’de rejim karşıtı asilere yardım eden Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’la, ABD’nin işbirliğinin boyutları henüz günışığına çıkarılmayı bekliyor. CIA’in Fare Hattı (Rat Line) olarak adlandırdığı Suriye’ye uzanan geriplan kanalının yaratılmasında Obama yönetimi, kendi rolünü hiç bir zaman aleni olarak kabul etmedi. 2012 başlarında izin verilen Fare/Hain Hattı, Libya’daki silah ve cephanenin, Türkiye’nin güneyindeki Suriye sınırından muhaliflere akıtılmasında kullanıldı. Suriye’de sonuçta silahları alanların çoğu, bazıları El-kaide bağlantılı cihatçılardı. (DNI Sözcüsü açıklamasında şöyle dedi: “Birleşik Devletler’in Libya’dan herhangi birine silah sağladığı düşüncesi yalnıştır.”)
Ocak ayında Senato İstihbarat Komitesi, 2012 Eylül ayında yerel milisler tarafından Bingazi’deki Amerikan Konsolosluğu ve yakınındaki gizli CIA tesisine düzenlenen, ABD elçisi Christopher Stevens ve diğer üç kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı hakkında bir rapor yayınladı. Raporun, Dışişleri Bakanlığı’nın konsolosluk için uygun güvenlik önlemi almamasını ve istihbaratın, CIA’in karakolunun varlığı hakkında ABD ordusunu bilgilendirmemesini eleştirmesi manşetlerde yer buldu ve Obama ve Hillary Clinton’u, olayı örtbas etmekle suçlayan cumhuriyetçilerle birlikte, Washington’da düşmanlıkları uyandırdı. Raporun, halka açıklanmayan yüksek gizlilik seviyesindeki bir eki, 2012 yılı başlarında Obama ile Erdoğan yönetimi arasında yapılan gizli bir anlaşmayı tanımlıyordu. Anlaşma Fare Hattı’yla ilgiliydi. Anlaşmanın koşullarına göre, CIA, Suudi Arabistan ve Katar’ın yanı sıra Türkiye’nin finansmanıyla, MI6′nın desteğiyle, Kaddafi’nin cephaneliğindeki silahları Suriye’ye aktarmaktan sorumluydu. Libya’da,bazıları Avustralya tüzel kişiliğinde olan paravan şirketler kuruldu. Kendilerine kimin iş verdiğinin her zaman farkında olmayan emekli Amerikan askerleri, tedarik ve nakliye işleri için kiralandı. Operasyonu, bir süre sonra kendi biyografi yazarıyla bir yasak ilişki yaşadığı ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kalacak olan CIA direktörü David Petraeus yürütüyordu. (Petraeus adına bir sözcü böyle bir operasyonun varlığını reddetti.)
Operasyon ayarlandığında, 1970′lerde çıkan bir yasa gerektirdiği halde Kongre İstihbarat Komitesi ve Kongre Başkanlığı’na açıklama yapılmadı. MI6′in işe karışması, CIA’e “ortak operasyon” sınıflandırmasıyla yasanın gereklerinden kaçınma olanağı sağladı. Eski istihbarat görevlisinin açıklamasına göre yasada, -aksi takdirde açıklama zorunluluğu olduğu halde-, yıllar boyunca, CIA’in ortak operasyonları Kongre’ye açıklamamasına olanak sağlayan bir boşluk vardı. (Planlanan bütün gizli CIA operasyonlarının yazılı olarak açıklandığı “finding” olarak adlandırılan belgenin onay için önde gelen senato liderlerine verilmesi gerekir.) Eklerin dağıtımı sadece raporu yazan personelin yardımcıları, sekiz kıdemli Kongre üyesi, Demokrat ve cumhuriyetçilerin senato ve temsilciler meclisi başkanları ve Demokrat ve cumhuriyetçilerin senato ve temsilciler meclisi istihbarat komitesi başkanları ile sınırlı. Bu durum gözetim için gerçek bir etkenlik oluşturamıyor. Bu sekiz liderin soru sormak, edindikleri gizli bilgileri tartışmak için bir araya gelip gelmedikleri bilinmiyor.
Ek, ne saldırıdan önce Bingazi’de olup bitenler hakkında, ne de Amerikan Konsolosluğuna neden saldırıldığı hakkında hikayenin tamamını anlatmıyordu. Ek’i okuyan eski istihbarat görevlisinin ifadesine göre konsolosluğun tek görevi silah sevkiyatını gizlemekti. ‘Politik bir görevi yoktu.’
Konsolosluğa saldırıdan sonra Washington aniden Libya’dan silah sevkiyatında CIA’in rolüne son verdi ama Fare Hattı varlığını sürdürdü. ‘Eski istihbarat görevlisine göre Birleşik Devletler artık Türklerin cihatçılara silah dağıtımının kontrolüne sahip değildi. Birkaç hafta içinde sayısı 40′a kadar varan, manpads olarak bilinen karadan havaya füzeler Suriyeli muhaliflerin eline geçmişti. 28 Kasım 2012′de Washington Post’dan Joby Warrick bir gün önce Suriyeli muhaliflerin Halep yakınlarında neredeyse kesin olarak bir manpad kullanarak bir Suriye nakliye helikopterini düşürdüğünü yazdı. Warrick, ‘Obama yönetiminin azimli bir şekilde Suriye muhalif güçlerinin bu tür füzelerle donatılmasına karşı olduğunu, bu füzelerin teröristlerin eline geçmesiyle sivil uçakları düşürmek için kullanılabileceği uyarısı yaptığını yazıyordu. İki Ortadoğulu istihbarat görevlisi, kaynak olarak Katar’ı işaret ederken, bir eski ABD istihbarat analisti, manpadların, muhalifler tarafından basılan Suriye ileri karakollarından elde edilmiş olabileceği spekülasyonunu yapıyordu. Muhaliflerin manpadlara sahip olmasının, kontrol dışına çıkmış bir ABD gizli operasyonunun amaçlanmayan sonucu olduğuna dair bir belirti yoktu.
2012 yılı sonunda Amerikan istihbarat çevrelerindeki genel kanaat muhaliflerin savaşı kaybetmekte olduğuydu. ‘Eski istihbarat görevlisine göre Erdoğan batırmıştı ve dalda asılı kalmış şekilde terk edildiğini hissediyordu. Para O’nundu ve bitirmek bir ihanet olarak görüldü.’ 2013 baharında ABD istihbaratı, Türk hükümetinin MİT elemanları ve jandarma vasıtasıyla, kimyasal savaş olanakları oluşturmak üzere Al Nusra ve müttefikleri ile çalıştıklarını öğrendi. Eski istihbarat görevlisinin söylediğine göre MİT muhaliflerle politik ilişkileri yürütürken, jandarma askeri lojistik, sahada danışmanlık ve -kimyasal savaş eğitimi de dahil- eğitim sağlıyordu. ‘Türkiye’nin 2013 baharında artan rolü, buradaki sorunlarının anahtarı olarak görülüyordu. Erdoğan, cihatçılara desteği sonlandırırsa her şeyin biteceğini biliyordu. Suudiler lojistik nedenlerle -mesafe sorunu ve silah sevkiyatının güçlükleri- savaşı destekleyemezdi. Erdoğan’ın umudu ABD’nin “kırmızı çizgisini” geçmeye zorlayacak bir olayı kışkırtmaktı. Ama Obama Mart ve Nisan aylarında karşılık vermedi.
Erdoğan ve Obama 16 Mayıs 2013′de Beyaz Saray’da buluştuğunda kamuoyuna yansımış bir uyuşmazlık yoktu. Toplantıdan sonraki basın toplantısında Obama, Esad’ın gitmesi gerektiği konusunda anlaştıklarını söyleyecekti. Suriye’nin kırmızı çizgiyi geçip geçmediği sorulduğunda Obama bu tür silahların kullanıldığına dair deliller bulunduğunu kabul etse de, “orada neler olup bittiği konusunda gerçek bilgilere ulaştığımızdan emin olmak bizim için önemli” diyordu. Kırmızı çizgi hala yerindeydi.
Washington ve Ankara’da görevlilerle sık sık görüşen bir Amerikan dış politika uzmanı bana Mayıs ayı ziyaretinde Obama’nın Erdoğan için verdiği bir çalışma yemeğinden bahsetti. Türkler’in, Suriye’nin ABD’nin kırmızı çizgilerini geçtiği ve Obama’nın buna karşı birşeyler yapmak konusunda isteksiz davrandığı yönündeki şikayetleri yemeğin baskın konusuydu. Obama’ya John Kerry ve yakında görevden ayrılacak olan ulusal güvenlik danışmanı Tom Donilon eşlik ediyordu. Erdoğan’ın yanında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MIT’in başındaki Hakan Fidan vardı. Fidan, Erdoğan’a çok sadık biri ve Suriye’deki radikal muhaliflerin sürekli destekçisi olarak biliniyor.
Dış politika uzmanı bana duyduğu söylentinin kaynağının Donilon olduğunu bildirdi. (Sonrasında konu olayı kıdemli bir Türk diplomattan duyan bir ABD’li yetkili tarafından doğrulandı.) Uzmana göre Erdoğan toplantıyı, Obama’ya kırmızı çizginin aşıldığını göstermek için fırsata dönüştürmenin peşindeydi, ve Fidan’ı olayı vurgulaması için yanında getirdi. Erdoğan, Fidan’ı konuşmanın içine çekmek istediğinde ve Fidan konuşmaya başladığında Obama sözünü kesip, “Biliyoruz” dedi. Erdoğan ikinci kez Fidan’ı dahil ettiğinde Obama yeniden sözünü kesti ve “Biliyoruz” dedi. Bu noktada Erdoğan bıkkın bir şekilde, ‘Ama sizin kırmızı çizginiz geçildi!’ dedi ve uzmanın bana aktardığında göre, ‘Donilon demişti ki Erdoğan “Bayaz saray’ın ortasında parmağını başkanın suratına doğru salladı”.’ Ardından Obama Fidan’ı işaret ederek, ‘Suriye’deki radikallerle neler yaptığınızı biliyoruz’ dedi. (Dış İlişkiler Konseyi’ne geçtiğimiz Temmuzda katılan bir kaynak bu hikaye hakkındaki soruları yanıtlamaktan kaçındı. Türk Dışişleri Bakanlığı yemek hakkındaki soruları yanıtlamadı. Ulusal Güvenlik Konseyi’nin bir sözcüsü yemeğin gerçekleştiğini doğruladı ve Obama, Kerry, Donilon, Erdoğan, Fidan ve Davutoglu’nu masada otururken gösteren bir fotoğraf sağladı. ‘Bunun ötesinde, sözcünün ifadesiyle, ‘Tartışmalarının ayrıntılarını size okuyacak değilim.’)
Ama Erdoğan eli boş ayrılmadı. Obama Türkiye’nin, İran’a, bu ülkeye uygulanan yaptırımların bir parçası olan, altın ihracatını yasaklayan başkanlık emrindeki bir boşluğu istismar etmesine izin veriyordu.
Mart 2012′de AB’nin, İran bankalarına karşı yaptırımlarına cevap olarak sınır aşan ödemeleri düzenleyen elektronik ödeme sistemi SWIFT’in düzinelerce İran finansal kurumunu sistemden atması, bu ülkenin uluslararası ticaret olanaklarını ağır biçimde sınırlamıştı. ABD de bunu Temmuz’da idari bir yaptırımla takip etti ama özel şahıslara altın sevkiyatına izin veren, “altın kaçamak” olarak bilinen bir açıklık bıraktı. Turkiye, İran petrol ve gazının önde gelen alıcısıydı ve enerji ödemelerini Türk lirası olarak İranlılar ait Türkiye’deki bir hesaba yatırarak bu açıktan istifade etti. Bu fonlar Türk altınının satın alınıp, İran’daki müttefiklere ihraç edilmesinde kullanıldı. Söylendiğine göre 13 milyar dolarlık altın, Mart 2012 ile Temmuz 2013 arasında bu yolla İran’a girdi.
İşlem kısa sürede Türkiye, İran ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki yozlaşmış politikacı ve tüccarlar için bir sağmal inek haline geldi. Eski istihbarat görevlisi, “aracı her zaman ne yapıyorsa yine onu yaptı” diyordu. Yüzde 15 almak. CIA’nın tahminine göre işin kaymağı 2 milyar dolara kadar çıkıyordu. Bal tutan parmaklara altınlar ve Türk lirası yapışıyordu.
Bu kanun dışı komisyonculuk, Aralık ayında Türkiye’de gaz karşılığı altın skandalının patlamasına neden oldu ve aralarında önde gelen iş adamları ve devlet görevlilerinin yakınlarının da bulunduğu iki düzine insanın gözaltına alınmasının yanısıra birisi Erdoğan’ı istifaya çağıran üç bakanın görevi bırakmasıyla sonuçlandı. Türkiye’nin, skandalın ortasında yer alan, devlet kontrolündeki bankasının genel müdürü, evi arandığında ayakkabı kutuları içinde bulunan 4,5 milyon doları aşkın paranın, hayır işleri için bağışlanan para olduğunu söylemekte ısrar ediyordu.
Geçen yılın sonlarında Foreign Policy’de Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz, Obama yönetiminin “altın kaçamak’ı bitirdiğini, ancak yasanın altı ay daha yürürlüğe girmemesi için lobi yürüttüklerinin haberini yaptı. Yazarlar, yönetimin geciktirmeyi, ya İran’ı nükleer programında pazarlık masasına oturtmak için bir teşvik unsuru olarak kullanmak üzere, ya da Türk müttefikleri Suriye iç savaşında yatıştırmak için kullanacağı spekülasyonları yapıyordu. Gecikme, İran’ın yaptırım uygulamasını aşarak milyarlarca dolarlık altın istiflemesini sağladı.
Amerikalıların Suriye’ye silah sevkiyatında CIA desteğini kesme kararı Erdoğan’ı politik ve askeri açıdan ortada bıraktı. “Mayıs zirvesindeki konulardan biri, Türkiye’nin Suriye’deki asileri destekleyebileceği tek yön olması olgusuydu” diyen eski istihbarat yetkilisi şöyle devam etti: “Ürdün olamazdı çünkü güneydeki arazi dümdüz ve Suriyeliler her tarafında. Lübnan’daki vadi ve tepeler üzerinden de olmaz çünkü diğer tarafta kiminle karşılaşacağınızı bilemezsiniz.” Eski istihbarat yetkilisi, “ABD’nin asilere askeri destedği olmadan Erdoğan’ın Suriye’yi bir kukla devlete dönüştürme hayali buharlaşıyordu ve bundan bizi sorumlu tutuyordu. Suriye savaşı kazandığı zaman asilerin ona geleceğini de biliyordu – başka nereye gidebilirler ki? Böylece şimdi arkabahçesinde binlerce radikal olacak.
Bir istihbarat danışmanı bana 21 Ağustos’tan bir kaç hafta önce Dempsey ve Savunma Bakanı Chuck Hagel için hazırlanmış “çok gizli” bir brifingte Erdoğan yönetiminin asilerin giderek azalan kazanma şansı konusundaki -kendi tanımıyla- “akut endişesi”ni gördüğünü söyledi. Analize göre Türk liderliği ABD’den askeri bir müdahale olması için bir şeyler yapmak gerektiğini ifade etmişti. Eski istihbarat yetkilisine göre yaz sonu itibarıyla Suriye Ordusu hala asilere göre avantajlıydı ve sadece Amerikan hava gücü bu durumu asilerin lehine çevirebilirdi. 21 Ağustos’taki olaylar üzerinde çalışmalarını sürdüren ABD istihbarat analizcileri artık gaz saldırısını Suriye’nin yapmadığını “hissediyorlardı”. Büyük soru şuydu; nasıl olmuştu? İlk şüpheli Türklerdi, çünkü bunun olması için gerekli herşeye sahiplerdi.
21 Ağustos saldırılarına dahil tüm veriler bir araya getirildiğinde istihbaratçılar şüphelerini destekleyen kanıtları gördüler. Eski istihbarat yetkilisi, “Erdoğan’ın adamlarının Obama’yı Kırmızı Çizgi’nin ötesine götürmek için yaptıkları gizli bir eylem olduğunu artık biliyoruz.” dedi: “BM müfettişleri oradayken -daha önceki saldırıları araştırmak için 18 Ağustos’ta Şam’a gelmişlerdi – gaz saldırısını Şam’da ya da yakınlarında tırmandırmaları gerekiyordu. Amaç büyük çaplı bir şey yapmaktı. DIA ve diğer istihbarat kurumları üst düzey askeri yetkililere Türkiye üzerinden sağlanan sarinin yalnızca Türkiye’nin desteğiyle oraya gidebileceğini söylemişlerdi. Türkler sarin üretimi ve elleçlemesi konusunda eğitim de vermişlerdi.” Bu değerlendirme için bilginin büyük kısmı saldırının hemen sonrasında dinlenen konuşmalar yoluyla Türklerden geldi. “Birincil düzeyde deliller saldrı sonrası dinlenen görüşmelerdeki Türk neşesi ve tebriklerinden geldi. Operasyonlar planlama aşamasında hep süper-gizlidir ama sonrasında bütün bu gizlilik unutulur gider. Failler başarılarını duyurmaya başladıkları zaman güvenlik delik-deşik olur.” Erdoğan’ın Suriye’deki sorunları yakında bitecekti: “Gaz salınır ve Obama artık Kırmızı Çizgi’nin aşıldığını ve Amerika’nın Suriye’ye saldıracağını söyleyecektir; en azından anafikir böyledir. Ne var ki işler böyle gitmedi.”
Saldırı sonrası istihbaratı yüzünden Beyaz Saray Türkiye’nin istediğini yapmadı. Eski istihbarat yetkilisi bana, “Kimse bunun hakkında konuşmak istemiyor” dedi ve devam etti: “Tüm kaynaklara dayanmayan istihbarat topluluğı analizinin (Suriye’yi) suçlamaya atlamasını desteklemesine rağmen kimse başkana karşı gelmek istemiyor. Bombardımandan vaz geçildiğinden beri Beyaz Saray sarin saldırısıyla ilgili olarak Suriye’yi suçlayıcı bir tek delil bile gösteremedi. Hükümetim hiç bir şey diyemiyor çünkü sorumsuzca davrandık. Ve Esat’ı suçladığımızdan beri geri dönüp Erdoğan’ı suçlayamıyoruz.”
Türkiye’nin Suriye’deki olayları kendi amaçları doğrultusunda manipüle etme merakı kendisini geçtiğimiz ayın sonlarında, yerel seçimlere bir kaç gün kala, Erdoğan ve yardımcılarına** ait bir ses kaydı Youtube’a gönderildiğinde kendini gösterdi. (Kayıtta) Türk Ordusu’nun Suriye’ye girmesini mazur gösterecek bir sahte bayrak operasyonu konusunda tartışma vardı. Operasyon Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’in dedesi Süleyman Şah’ın 1921′de, Suriye Fransa’nın hükmü altındayken Türkiye’ye verilen Halep yakınlarındaki türbesini merkez alıyordu. İslâmcı asi fraksiyonlardan biri puta tapıcılık olarak nitelediği türbeyi yok etmekle tehdit ediyordu ve Erdoğan hükümeti türbeye zarar gelmesi halinde intikam alınacağını açıkça belirtiyordu. Sızdırılan görüşmenin Reuters’in yayınladığı haberine göre Fidan’a ait olduğu iddia edilen bir ses, “Şimdi bakın, komutanım, eğer bir gerekçe gerekiyorsa, gerekçe için diğer tarafa dört adam gönderirim. Boş bir araziye 8 roket attırım (Türbenin yakınlarına). Sorun olmaz. Gerekçe yaratılır.” Türk hükümeti Suriye’den kaynaklanan tehditler konusunda bir ulusal güvenlik toplantısının yapıldığını, ancak kayıtla oynandığını söyledi. Hükümet hemen ardından da Youtube’a erişimi engelledi.
Obama’nın politikasında büyük bir değişiklik olmadığı sürece Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’na karışması büyük ihtimalle sürecek. Eski istihbarat yetkilisi, “Özellikle bu kadar yanlış işler yapıldığına göre Erdoğan’ın asilere desteğini durdurmanın bir yolu var mı diye meslektaşlarıma sordum” dedi: “Yanıt, ‘becerildik’ oldu. Eğer Erdoğan’dan başka birisi olsaydı bunu duyururduk, ama Türkiye özel bir vaka. NATO müttefikimiz. Türkler Batı’ya güvenmiyor. Eğer Türk çıkarlarına karşı aktif bir rol oynarsak bizimle yaşayamazlar. Eğer Erdoğan’ın gaz konusundaki rolü hakkında bildiklerimizi kamuya açıklarsak, sonuç felaket olur. Türkler bize ‘Neyi yapıp neyi yapamayacağımızı söylediğiniz için sizden nefret ediyoruz’ derler.”
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter