Dikkat: bu makalenin 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin bölümü, daha sonra ortaya çıkan haberlerle geçerliliğini yitirmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak; Günah Keçisi Arayışı, yazan Thierry Meyssan, Voltaire İletişim Ağı, 22 Ekim 2016, makalesini dikkate alınız.

Askeri darbe girişimi sırasında, AKP’nin İslamcıları birçok askerin başını kesti ve Boğaz’ın sularına attı. Fotoğrafta, yakalanan askerleri kırbaçlayan bir İslamcı görülüyor. Laik ordu, darbe girişimine karışan askerlerle cezalandırılanlar arasında hiçbir bağlantı aranmadan tasfiye edildi.

Son üç ay boyunca, özellikle Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun (22 Mayıs) istifası ve askeri darbe girişimi sonrasında, Türkiye’deki gelişmelere ilişkin birçok yorum hatası yapıldı.

Düzmece darbe

Öncelikle askeri darbeye ilişkin saçmalıkları gözden geçirelim. Bütün yazarlar iki konu üzerinde mutabıklar:
 Darbe, İncirlik’teki NATO üssü üzerinden ve çok uluslu Lockheed Martin şirketinin denetiminde olan Hava Kuvvetleri kullanılarak ABD tarafından düzenlendi;
 Rejimin tüm yöneticileri ve partilerine, aynı şekilde iktidarın stratejik merkezi olan Cumhurbaşkanlığı Sarayına karşı herhangi bir girişimde bulunulmamasının da ortaya koyduğu gibi, darbe başarısız olmak üzere tasarlanmıştır. Bunun dışında, darbecilerin bazıları Cumhurbaşkanı Erdoğan ile temas halindeydi, çünkü iki savaş uçağı, İstanbul’a dönüşü sırasında Cumhurbaşkanına eşlik ettiler.

Böyle olunca da sadece iki yorum yapılabilir:
 Ya ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a daha yumuşak başlı olması için bir uyarı gönderdi. Ki böyleyse bunda başarısız oldu;
 Ya da ABD ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkedeki her türlü muhalefetin tasfiyesi için askeri darbe yapılması konusunda anlaştılar.

Görünenin ve resmi açıklamaların aksine, bu tasfiyenin ABD ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortak çıkarı doğrultusunda devam ettiğini tespit etmek çok da zor değil.

Türkiye, bugün Müslüman Kardeşlerin ve onun askeri kolunun, yani uluslararası cihatçılığın dünya lideridir. Bu konumda, Washington adına « ılımlı İslamcıların » olduğu gibi IŞİD’in de iplerini elinde tutmayı sürdürmektedir. Ne yazık ki, bu pozisyonu NATO’ya üyeliğiyle uyuşmamaktadır.

Başlangıçta Washington sorunları Türk Cumhurbaşkanını değiştirerek çözmeyi düşündü. Dolayısıyla CİA, HDP’nin (başta Kürtler olmak üzere azınlıkların partisi) dönüşümünü destekledi ancak bu parti Kasım 2015’te düzenlenen ve AKP’nin büyük oranda hile yaptığı seçimleri kaybetti [1]. Böyle olunca Washington, Erdoğan’ın yerinde kalmasını kabul etti ama Türkiye’yi NATO’dan çıkarmaya karar verdi.

Atlantik İttifakı, İkinci Dünya Savaşı ertesinde, « Prag darbesi » örneğinde olduğu gibi komünistler tarafından az ya da çok demokratik yollardan süpürüleceklerinden korkan Batı Avrupalı varlıklı elitlerin talebiyle kuruldu. Soğuk Savaş süresince Sovyetler Birliği’ne karşı savaş makinesine dönüştü. O dönemlerde kalabalık ordulara ihtiyacı vardı; bu nedenle 1952 yılında Türkiye’nin üyeliği kabul edildi. Önce Kore Savaşı, sonra da füze krizi sırasında Türkiye’nin vazgeçilmez olduğu ortaya çıktı. Öte yandan, SSCB’nin yıkılmasından sonra, İttifak dağıtılmadı ama 1999 yılında tek kutuplu dünyanın polisi haline dönüştürüldü (Yeni Stratejik Konsept). O dönemden sonra, tüm NATO ordularının niteliği bu yeni işleve göre uyarlandı: asker almaya son verildi ve ileri teknoloji ürünü malzemeler satın alındı. Bunun sonucunda, 1952 yılında gerekli olan Türkiye’nin NATO üyeliği bugün artık gereksiz hale geldi.

İttifak her iki yılda bir devlet başkanları zirvesi düzenlerken, Washington, Temmuz 2017’de Brüksel’de bir olağanüstü toplantı yapılması çağrısında bulundu. Bu toplantıda, Washington’un uluslararası terörizm anlamında her türlü sorumluluğu inkar edebilmesi için Türkiye İttifaktan çıkarılacaktır.

Bu arada AKP’nin sürekli olarak genel anlamıyla orduyu ABD ile işbirliği içerisinde olmakla suçladığını hatırlayalım. Bu bakış açısıyla, CİA/NATO’nun gizli servisi Gladyo üzerine uydurma bir film üretti ve Devlete karşı komplo kurdukları gerekçesiyle 200 üst düzey subayı mahkum etti (Ergenekon Davası) [2]. Oysa bu mahkumiyet kararları daha sonra bozuldu ve subaylar serbest bırakıldı. Bu subaylar gerçekte Çin Ordusuyla ilişkiler kurma girişiminde bulunmuşlardı, yani Pentagon’dan uzaklaşmak istemişlerdi. Bugün de tabi ki hatalı bir biçimde darbeci olmakla suçlanıyorlar.

Washington-Erdoğan suç ortaklığı yorumuna ilişkin tek itirazımız, Fethullah Gülen’in Hizmet hareketinin geleceğidir. Bu hareket CİA için Afrika’da, Balkanlarda ve Orta Asya’da vazgeçilmezdir, oysa bugün Türkiye’den finansmanını kaybetmektedir. Önümüzdeki aylarda Washington’un bunun için hangi seçeneği öngördüğünü göreceğiz.

Bu arada Gülen’in bu askeri darbe ile hiçbir ilgisinin olmadığının altını çizelim, çünkü darbeciler Kemalist iken o başka bir İslami gelenekten gelmektedir.

Başbakanın kızağa çekilmesi

Şimdi gelelim askeri darbe girişiminden iki ay önce gerçekleşen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun istifası olayına.

Malezya’da siyasal bilimler dersi verdikten sonra, 2001 yılında Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu adlı kitabını yayınlar. Dimitri Kitsikis’in tezlerine dayanarak, Türkiye’ye bölgesel gücünü yeniden kazandıran bir yeni Osmanlıcılığı savunmaktadır. Ona göre, yeni Türk-Moğol İmparatorluğunun kuruluşu iki adımda gerçekleşmelidir. Önce komşularıyla diplomatik ilişkiler kurmak (« komşularla sıfır problem »), ardından da birleşmelerini sağlamak için komşularda İslam’ı desteklemek. 2003 yılında Başbakan Erdoğan’ın kabinesine girer ve 2009 yılına kadar onun diplomatik danışmanı olur. Bu dönem boyunca, programının ilk aşamasını uygular ve Osmanlı döneminden miras kalan tüm komşuluk sorunlarını çözmeyi başarır (ama Jön Türkler döneminden kalan Ermeni sorununu ve Henry Kissinger’den miras kalan Kıbrıs sorununu çözmez). 2009 yılında Dışişleri Bakanı olarak, Suriye-Türkiye-İran arasında bir Ortak pazarı müzakere ederek bu birinci aşamayı tamamlar ve ardından projesinin ikinci aşamasına geçer. Davos’taki Erdoğan-Peres tartışmasından sonra (2009 sonu), Hamas’ı desteklemek için « Özgürlük Filosunu » düzenler ve Türk bandıralı Mavi Marmara’ya korsanca saldıran İsrail ile doğrudan ihtilafa girer. Ardından, Libya’da Müslüman Kardeşleri destekler ve Cemahiriyenin devrilmesi sürecine katılır (2011). Son olarak da bu kez Suriye’de laik Cumhuriyet karşısında yine Müslüman Kardeşleri destekler.

Bu politikanın başarısız olduğunu ve Türkiye’yi bir çıkmaza sürüklediğini tespit etmek çok da zor olmasa gerek. Davutoğlu projesinin ikinci aşaması sırasında, Ankara, kendini Azerbaycan dışında komşularının tümüyle çatışma durumunda buldu (« sıfır komşu, sıfır sorun »). Bu nedenle, geçen Mayıs ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan strateji değiştirme kararı verdi ve Davutoğlu’nun yerine Binali Yıldırım’ı getirdi. Bir Türk-Moğol İmparatorluğu kurulması hala gündemdedir ama bu kez önce Türkiye’yi birleştirip sonra da bu örneğin komşulara yayılması söz konusudur.

Binali Yıldırım tasfiye hareketini yönetiyor.

Yıldırım, kuruluşundan beri AKP’nin finansmanını sağlayan bir Türk mafya babasıdır. Belli başlı büyük Türk şirketleriyle rüşvet ilişkisi içerisine girmiş ve bugün de kendisine direnç gösterenleri tasfiye etmekle meşguldür.

Türklerin yeni stratejik doktrini, Ankara’yı ticari alanda da olsa komşularının birçoğuyla yeniden iyi ilişkiler oluşturmaya itti.

Haziran sonunda, Türkiye, Roma’da İsrail ile yeniden diplomatik ilişkilerin kurulmasını sağlayan bir anlaşma imzaladı. Suriye’deki savaşa karşın, İran ile karşılıklı olarak üst düzey yetkililerin yaptığı ziyaretler sonucunda, yoğun ekonomik ilişkilerin sürdürülmesi sağlandı. Bunun dışında, perde arkasında Kürt sorununa ilişkin karşılıklı istişareler sürdürülüyor. Son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan, düşürülen Sukhoï uçağından dolayı Rus mevkidaşından özür diledi ve geçen hafta ekonomik ilişkileri yeniden düzeltti.

Beklenen gelişmeler

Yanıtlanmayı bekleyen dört soru var:

 Golan sınırındaki cihatçılara destek

2014 sonundan beri, UNIFIL’e bağlı mavi bereliler 338 sayılı BM kararıyla oluşturulan No Man’s Land ‘tan çekildi ve yerlerine Tsahal’ın desteğiyle El Kaide geçirildi. Tel-Aviv’i bu teröristleri desteklemekten vazgeçirmek ve BM gücünün geri dönüşünü kabul ettirmek üzere, Moskova ve Washington arasında bir mutabakata varıldığını daha önce ortaya koymuştum [3]. Ankara’nın burada nöbeti devralmasını bekleyebiliriz, ancak Suriye’nin güneyinden Türkiye’ye doğru bir iletişim kulvarının yokluğunda bu imkansızdır. Halen İngilizler, muhtemelen bu durumun sürmesini sağlamak düşüncesiyle, Suriye’deki El Kaide’nin isim değişikliğini (« rebranding ») örgütlediler.

 Halep’in doğusundaki cihatçılara destek

Jeffrey Feltman’ın BM denetimindeki insani yardım kulvarlarının geçirilmesi için yaptığı müdahale Suriye Arap Ordusunun kuşatmasının etkili olduğunu göstermektedir. Oysa Batının propagandası kuşatmanın kırıldığını iddia etmektedir. Sınırdan itibaren irtibat yolunun kapatılmasından sonra Türkiye’nin, halkın desteği olmaksızın Halep’in doğusunda tutunması çok zordur. Dolayısıyla hızla geri çekilmelidir.

 Rakka ve Musul’daki cihatçılara destek

Sadece El-Anbar (Irak) halkının tümü Sünni’dir ve cihatçıları desteklemektedir. Dolayısıyla Türkiye, Rakka’da IŞİD ile mücadele ederken, Musul’da onu desteklemeyi sürdürmelidir. Sonuç olarak, El-Anbar’da bir İslam Emirliğinin muhafazası Washington için, Suriye’de barışı koruma iddiasıyla birlikte « ipek yolunu » kesmenin tek yoludur.

 Kürt sorunu

AKP’nin Paris tarafından desteklenen ve Washington tarafından onaylanan projesi, Türkiye dışında bir Kürt Devleti kurulup buraya PKK’nin Kürtlerini sürmektir. Son yıllarda, bu « Kürdistan »’ın Suriye’nin Kuzeyinde, tarihsel olarak orada yaşayanlardan boşaltıldıktan sonra bir Arap-Hıristiyan bölgesinde oluşturulması uygun görülmüştür. Bu proje, nerede olursa olsun kendilerine ait bir Devletin olmasını isteyen ve Nakba sonrası İsrail’in Filistin’de içerisine düştüğü durum gibi gayrimeşru bir durum içerisine düşme kaygısı içerisinde olmaksızın bazı PKK üyeleri tarafından da desteklenmektedir. Önümüzdeki aylarda, Kürtlerin pozisyonlarını netleştirmeleri gerekecek. Bugüne kadar IŞİD’e karşı herkesin müttefiki oldular ki bu da Arap yerleşimi Menbic’i kurtarmalarını ve burayı yeni Devletlerinin bir embriyonu olarak kabul etmelerini sağladı. Kendi safları içerisindeki ABD ve Rus taraftarlarının ayrılması gerekir. Böylece Kürt olmayan topraklar üzerinde bir « Kürdistan »’ın olabilirliğini değerlendirebilmek mümkün olabilecektir.

Sonuç olarak, bütün bu sorunlar çözümlendiğinde ve diktatörlük tesis edildiğinde Türkiye, muhtemelen kullandığı yöntemleri alçakça görmezden gelenlerden başlayarak, bir kez daha kendi örneğini komşularına yaymayı deneyecektir.

Çeviri
Murat Özdemir

[1« Trucage des élections législatives turques », Réseau Voltaire, 3 novembre 2015.

[2« AKP’nin yargı darbesi », yazan Thierry Meyssan, Tercüme Nizamettin Karabenk, El-Vatan (Suriye) , Voltaire İletişim Ağı, 19 Ağustos 2013.

[3Güvenlik Konseyi, İsrail’e El Kaide ile ilişkilerini kesme talimatı vermeye hazırlanıyor”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 3 Temmuz 2016.