Başkan Trump, seçim kampanyası sırasında uluslararası ilişkiler alanında birçok taahhütte bulunmuştu. ABD’nin IŞİD’e verdiği desteği sonlandırmak dışında, bunlardan çok azını gerçekleştirdi. Kendi yönetiminin düşmanlığına karşın, birçok cephede eşzamanlı olarak ilerlemeyi sürdürmektedir. Seçmenlerin önüne çıkmadan önce, kendi görüşünü dayatabilmeyi ve bu köktenci değişimin getirilerinden yaralanmayı umut etmektedir.
Bundan iki hafta önce duyurduğum [1], ABD’nin doktrinindeki muhtemel değişiklikle ilgili pek çok konu aydınlanmaya başlamaktadır. Başkan Trump, üç yıldan beri dünyanın tüm küreselleşmemiş bölgelerindeki devlet yapılarının yıkımına ilişkin Rumsfeld/Cebrowski doktrinine sıkı sıkıya sarılmış, önde gelen üst düzey memurlardan oluşan yönetimine kendi bakış açısını kabul ettirmeyi denemektedir. Donald Trump için aksine, Jacksoncu bakış açısına göre, dünyayı Rusya ve Çin’le iyi bir uyum içerisinde ve artık onların aleyhlerine olmayacak şekilde, savaşın yerine müzakere ve ortak iş yapma anlayışını ikame etmek gerekmektedir. BM’deki konuşma yapacağı tarih olan 23 Eylül’den önce, yani ABD başkanlık seçimlerinden bir yıl önce hedeflerine ulaşmayı umut etmektedir. Böylece bilançosunu kabul ettirerek, dünyanın önünde kendini meşrulaştırabilecektir.
Suriye ve Venezüella hakkında söylediklerimi tamamlayan yeni unsurlar, Afganistan, İran ve Yemen ile ilgilidir. Ancak elbette en belirgin olanı Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un istifasıdır. İstifa etmesi istenmedi, ancak faydalı ve sadık hizmetleri için kendisine teşekkür edildi.
– John Bolton, bazı medyaların yazdığı gibi kesinlikle muhafazakar değil, ama « Amerikan istisnacılığının » ateşli bir destekçisidir [2]. Bu düşünce okulu « Kurucu Babalar » mitine dayanmaktadır. Uluslararası anlaşmaların iç hukuka uygulanmasını reddetmektedir; başkalarının davranışlarını ciddiyetle yargılarken, ilkesel olarak aynı şekilde hareket eden Amerikalıları affetmekte ve herhangi bir uluslararası yargı kurumunun iç işlerine karışmasını reddetmektedir. Kısacası, dini gerekçelerle Amerika Birleşik Devletleri’nin diğer devletlerle karşılaştırılabilir olmadığına ve herhangi bir uluslararası hukuka tabi olmaması gerektiğine inanmaktadır.
Bu renkli karakter, kanıtlara veya gerçek olup olmadığına bakmadan, işine yarayanı söylemekten kaçınmamaktadır. Bu nedenle, 2003 yılında yapılan Syrian Accountability Act’ın oylaması sırasında, Kongre önünde Suriye’nin –Irak gibi– kitle imha silahlarıyla dünya barışını tehdit ettiğini savunuyordu. Daha da yakın bir zamanda, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’nın soruşturma yapmak üzere ABD’ye gelişini yasaklayarak tarihe geçmiştir.
Aşırı sağcı seçmenler arasında çok popüler olan John Bolton, uluslararası politika alanında Başkan Trump ile aynı fikirleri paylaşmamaktadır. Onunla uyumlu çalışan tek Ulusal Güvenlik Danışmanı, sadece üç hafta sonrasında istifaya zorlanan General Michael Flynn idi. Bolton, General H. R. McMaster’dan sonra onun yerini aldı. ABD’deki televizyon dizilerinde olduğu gibi, başkana çok daha da barışçıl bir hava vermek için Donald Trump’ın yanında «bad cop» (kötü polis) rolünü oynuyordu.
– İkinci unsur Afgan ve Yemen’deki anlaşmazlıklarda yaşanan gelişmelerdir. ABD’nin, 2015’de, Obama’nın görev süresinin sonunda Katar’da Taliban ile müzakerelere başladığı biliniyordu. Daha az bilinen şey ise, Başkan Trump’ın Mart 2019’dan beri Afganistan’ın geleceğini yalnızca ülkenin makamları ve isyancılarla değil, ama aynı zamanda Rusya ve Çin’le de görüşmesidir. Bu sefer iktidarın iki güç arasında paylaşılması değil, topraklarındaki yabancı güçlere, cihatçılığı kınaması karşılığında Taliban direnişinin meşruluğunu kabul ettirmek söz konusudur. Moskova ve Beijing’de iki toplantı gerçekleştirildi [3]. Bir başka toplantının geçtiğimiz hafta, Başkan Donald Trump ve Eşref Gani’nin katılımlarıyla Camp David’de gizlice yapılması planlanmıştı. Ancak ne yazık ki, 5 Eylül’de, müzakerelere eli daha güçlü bir şekilde girmek isteyen Taliban, Kabil’de biri ABD’li 12 kişinin öldüğü saldırıyı üstlendi. Derhal Camp David’teki toplantı iptal edildi ve ABD Ordusu Taliban denetimindeki bölgeleri bombaladı.
Aynı zamanda, Washington’un uluslararası kabul görmüş başkan Abdurabbu Mansur Hadi’nin iktidarına meydan okuyan Yemenli Husi’lerle gizli müzakerelere başladığı bildirildi. Washington, daha birkaç hafta öncesine kadar onları İran ajanı olarak nitelemekteydi. ABD ansızın, Husi’lerin anlaşmazlığın başında İran tarafından desteklenmediğini ve sadece ayakta kalabilmek için Tahran’la güçlerini birleştirdiklerini anımsadı. Bu nedenle, Suudi-Birleşik Arap Emirlikleri anlaşmazlığı dikkate alındığında, Washington’un artık kimsenin itaat etmediği ve uzun süredir Suudi Arabistan’a sığınmış bulunan bir kuklayı desteklemesinde herhangi bir yararı olmayacağı açıktır.
Bu müzakereler sırasında savaş, ABD olmaksızın da devam etmektedir. Husi’ler Aramco’nun petrol tesislerini ateşe vermek için bir düzine insansız hava aracı gönderdi. Bunun üzerine büyük hasara uğradığını iddia eden Riyad, petrol üretimini yarıya indirdi. Mike Pompeo, küresel petrol arzını hedef alan Tahran’ın olayın arkasında olduğunu iddia etti. Bunların hepsi en iyimser ifadeyle orantısızdır. Bu açıklamalar üçüncü noktamız bağlamında yorumlanmalıdır: ABD ile İran arasındaki ilişkiler.
– Elimizdeki verileri anımsayalım: 2012’de, Obama yönetimi Umman’da, milliyetçi Mahmut Ahmedinejad’ın ekibinin devre dışı bırakılması ve İran-Kontra olayının silah pazarlıklarını yürüten Şey Hasan Ruhani’nin seçilmesi konusunu Devrimin Rehberi’nin elçileri ile gizlice görüşüyordu. Ruhani seçildikten sonra, uluslararası bir anlaşma olan JCPoA İsviçre’de müzakere edildi. Devrim Muhafızlarının 1988’de sonlandırdığı askeri nükleer programı, kitle imha silahlarını İslami anlayışlarıyla uyumlu olmadığına inandığı için yeniden faaliyete geçirmenin imkansız olduğunu kabul ediyordu. Bu arada, bu kez ikili ve gizli olmak üzere, ikinci bir anlaşmayla Avrupa’ya Rus gazı yerine İran gazı tedarik edilmesi öngörülüyordu. Donald Trump Beyaz Saray’a geldiğinde, ABD’nin dünyaya birlikte hükmetmeyi umduğu ne Rusya’nın, ne de Çin’in aleyhine olmaksızın küresel enerji pazarını kontrol etmesi niyetindeydi. Bu nedenle İran’la yapılan iki anlaşmadan da çekildi ve derhal müzakerelere başlanmasını önerdi. Değişimin kendisine çok şey kaybettireceğini fark eden Şeyh Hasan Ruhani, verilen sözlere uyulmasını talep etti, kendisine uzatılan eli reddetti ve –impeachment sürecinin yaklaştığını düşünerek– Demokratların Beyaz Saray’a geri dönmesini beklediğini açıkladı. Devrimin Rehberi’ne gelince, olaylar karşısında siyasi değil, ama dini tepki gösterdi. Ahlaki olarak mahkum ettiği ABD’nin sadakatsizliği karşısında öfkelenen Ayetullah Ali Hamaney, kişisel ordusu Devrim Muhafızlarına, otoritesini yurt dışındaki tüm Şii toplulukları üzerine yayması talimatını verdi. Devrim Muhafızları kısa süre içerisinde, Şiilerin dini çıkarları uğruna, İran’ın ulusal çıkarlarını savunmayı bıraktı; bu, özellikle Suriye’de gözlemlenebilen ve Lübnan’da da yaşanmaya başlayan bir tavır değişikliğidir. Geçtiğimiz hafta Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Aşure Günü dolayısıyla yaptığı konuşmada, örgütünü sadece emperyalizme karşı Lübnan direnişi olarak değil, ama Ayetullah Hamaney’e sadık bir yapı olarak da sundu. Burada tabi ki 180 derecelik bir dönüş değil, ama daha çok müzakerelerin arifesinde Devrim Rehberi için bir destek verilmesi söz konusudur.
Tüm bu çalkantıların durulabileceği anlaşılmaktadır: iki taraf birbiriyle yeniden müzakereye oturmadan önce karşılıklı olarak güç gösterisinde bulunmaktadır. Rusya, İran’ın Avrupa pazarında Rus gazının yerini alma umudunu akıldan çıkarmaksızın bugüne kadar İran ile iyi ilişkiler yürüttü. Eş zamanlı olarak, İsrail, İran’ın hedeflerini bombalamak için denetimi altında tuttuğu Suriye hava sahasını ihlal ederken müdahalede bulunmadı. Moskova havuç ve sopayla oynamayı bırakabilir. Kendisine karşı olmaması kaydıyla bir ABD-İran anlaşmasının samimiyetini (ya da daha doğrusu sürdürülebilirliğini) güvence altına alabilir. Bu durumda, Ortadoğu’daki İran üslerini koruyacaktır. Vladimir Putin’in bu konuyu kısa süre önce Binyamin Netanyahu’ya duyurduğu anlaşılıyor.
Bütün bu gelişmeler Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun rolünü güçlendirmektedir. Donald Trump’ın dış politikasının asıl mimarı olarak öne çıkmaktadır. Yeni başkanın ilk CIA başkanlığı görevini üstlenmiştir. CİA’nin ve Dışişleri Bakanlığı’nın istihbaratlarını bir araya getirebilmesine imkan verecek şekilde, artık her gün ajansın Trump’a sunduğu brifingine davet edilme ayrıcalığına sahiptir. Özellikle de başkan’ın enerji stratejisini tasarlayan kişidir [4]. Cumhuriyetçi liderlerin bir bölümü, Donald Trump’ın askerlere herhangi bir şey ve özellikle de, eskimiş olduğunu düşündükleri başkan Andrew Jackson’un doktrinini dayatmakta başarılı olacağına inanmamaktadır. Bu nedenle, Pompeo’ya patronuyla birlikte batmamasını, istifa etmesini ve Kansas’ta bir senatör seçiminde aday olmasını tavsiye etmektedirler.
[1] “Donald Trump barış getirebilecek mi?”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 3 Eylül 2019.
[2] American Exceptionalism and Human Rights, Michael Ignatieff, Princeton University Press (2005).
[3] “Beijing, Moskova ve Washington, gizlice Afganistan konusunda anlaştı”, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 27 Nisan 2019.
[4] “Mike Pompeo Address at CERAWeek”, by Mike Pompeo, Voltaire Network, 12 March 2019. “Trump devrinde petrolün jeopolitiği”, yazan Thierry Meyssan, Tercüme Osman Soysal, Voltaire İletişim Ağı , 9 Nisan 2019.
Bizimle iletişimde kalınız
Bizi sosyal ağlardan takip ediniz
Subscribe to weekly newsletter